Yusuf Atılgan’ın Aylak Adamı okurken içimin karardığını hissetmiştim Anayurt Oteli’yle iyice pekişti :) Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayladığı 100 temel eser arasında yer almış (gerçi sanırım sonradan içerdiği müstehcen kelimelerle çocukların ruhsal ve zihinsel gelişimi açısından olumsuz etkileneceğini öne sürülerek geri kaldırılmıştır. Genelde bu tarz eserlerde hep aynı şey oluyor önce mutlaka okutulması gereken en önemli eser denip sonrada müstehcen denip geri kaldırılıyor! MEB’in aklı biraz geç çalışıyor:) Türk Edebiyatının kült eserlerinden birisi ve hikâyeyi çok iyi yansıtan karakterin hakkını veren bir oyuncu kadrosuyla ödül alan filmi varmış.
Aylak Adamla Anayurt Oteli insanda aynı pesimist etkiyi bırakıyor dedik ya hani yalnızlık, karanlık, ölüm, cinselliğe olan açlık, yabancılaşma.. İçe kapanık ve obsesifliğin hat safhada olduğu karakterin isminden tutunda (kitap yeterince karanlık değilmiş gibi Zebercet ismide bir o kadar karanlık :) otelin betimlemesi ( tabelası ters dönmüş ok işareti yeri gösteren yeşil tahta kapısı mezarlık gibi yaşayan ölülerin kaldığı yer havası yaratıyor) ve hikâyenin tamamı psikolojik temellendirmede neden-sonuca dayandırılmış en güzel hikâyelerden birisi. Zaten doktor olsam Zebercet gibi bir karaktere iyileşmesi için ilaç olarak intiharı yazardım Atılgan doğru yapmış :)Zira bir insanın en büyük cezası böylesi bir yalnızlıktır galiba. Salman Rüşdi “Roman yazarken ilk görev karakterleri okura sevdirmektir. Eğer okur, karakterle bir bağ kuramazsa, başına ne geldiğiyle ilgilenmez.”demiştir. Atılgan Zebercet’i bize sevdirmeye çalışmış mı çalışmamış mı tam çözemedim negatif yönleri ağırlıkta olan katil, tecavüzcü kahramanından sürekli “ne sağ ne ölü” diye bahsediyor. Babasını rol model olarak benimsemiş ve babasının tek dileğini yerine getirememiş, umutlarının sonuna ulaşmış ne sağ ne ölü bir adamdan intihardan başka ne beklenirdi lakin üzülüyorsunuz Zebercet’e.. Ya da üzülmüyorsunuz..Hatta kimi zaman “hepimiz birer Zebercetiz “ diye düşünmedim değil..
Bittiğinde bende etki bırakan her kitaptan sonra “keşke yazarıyla tanışma imkânım olsa” diye iç geçiririm ama yaşasaydı da tanışmayacağım tek yazar Yusuf Atılgan olurdu :) Kendisi 1959 da Aylak Adamı yazmış 1974’ te Anayurt Otelini. Aradaki o 14 yılın için soranlara “öyle şeyler yazıyorum ki okuyunca allak bullak olacaksınız” demiş. Oldum! Bir insan 2 kitapta insan ruhunu bu kadar allak bullak eder mi? Eder! Yok Bay C yok Zebercet..O yıllarda yaşamış bir insan ve de bir Türk nasıl bir kafa nasıl bir hayal gücü dedirtiyor insana…3. Kitabını okumadım zaten yazarken de tamamlayamadan kalp krizinden ölmüş Atılgan için nedense hiç şaşırmadım :)
Kitaptan Altını Çizdiklerim:
- Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde;sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.
- Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: “ölüm."
- Yeryüzünde canlı kalmanın bir bakıma suç işlemeden olamayacağını bilmeyen, kendini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanıyordu.
-Dayanılacak gibi eğildi bu özgürlük.
- Yeryüzünde canlı kalmanın bir bakıma suç işlemeden olamayacağını bilmeyen, kendilerini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanıyordu.”
- Bir oteli yönetmekle, bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyor, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticinin yapacaklarından çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzüne