Barış Bıçakçı'nın okuduğum ilk kitabı. Çocuksu bir güç ile kaleme alınmış naif anı parçaları. Biraz kopukluk var. Biraz da burukluk.
Kitabın kronolojik ilerleyişi ile dilde de çocuksuluktan edebileşmeye doğru bir yönelim var ama bu anlatımı basitlikten çıkarmaya yetmiyor. İşin biraz da hileli yanı bu: Dil düz iken anlatılan olayların saflığı gün yüzüne çıkıyor. Barış Bıçakçı, sanırım biraz, acı ve küçük gerçekleri okuyucunun yüreğine yerleştirmeyi seviyor. Yer yer gözlerim doldu.
Kısa ama öz derler ya. İşte öyle bir şey var bu kitapta. Aile ilişkileri, arkadaşlıklar... Hepsi tanıdık.
"Acı çekiyordu babam. Zihinsel bir acı. Öte yandan ona göre, zihinsel dünyasında ve günlük hayatında acı veren kopuşlar yaşamayanlar, buna cesaret edemeyenler, insanı aptallaştıran bir sürekliliğin esiri oluyor, bunun sonucunda da zamanın geçişine, yaşlanmaya ve ölmeye akıl erdiremiyorlardı.
Oysa babam her şeye akıl erdirmek istiyordu."