Marquez'e ilişkin süslü laflar etmeyi geride bıraktık artık. Yazarın bir şeyi nasıl tasarladığını ve tasarladığını nasıl işlediğini defalarca gördüm. Bu mecrada da bir kısmını anlatmaya gayret ettim. Ancak onca kitabını okuduğum Marquez'in okuru en zorlayan kitabı buydu diyebilirim. Kitapta bitmeyen cümleler sürüp giderken (bölüm sonları dışında nokta yoktu) bir konuşma sırasında konuşmayı yapanın değiştiğini de araya giren noktalı virgül ile anlayabiliyorsunuz. Kısacası pür dikkat kesilip okumam gerekti bu kitabı. Kitabın sonunda da Latin Amerika'da herhangi bir gök cismine adını bağışlayabileceğimiz Marquez'e saygımızı teslim ediyoruz..
Neyse efendim gelelim kitabımıza; Gabriel Garcia Marquez burada bir tiranın hikayesini anlatıyor. Yüzyılı aşkın süregelen yaşama-daha doğrusu yönetme- inadıyla hayatını sürdüren general; ulusun kadim tarihi gibi kendi yazgısıyla birleştirir. Yaşamı boyunca iki defa öldü sanılan fakat ikisinde de ortaya tekrar çıkmayı başaran, halkının gözünde dinsel bir motifle sarmalanan generalimiz mucizenin öteki yüzüdür aslında. Yönetmeyi sürdürebilmek için sayısız kere katliamlara yol açılan emirleri yine o verir. Diğer ülkelerden darbe ile devrilmiş yöneticileri kendi ülkesinde bir ada da kabul eder fakat bunun tek amacı onların hatalarından ders almak ve alay etmektir. Ülkede istediği kadınla seks yapar, bir dedikodu uğruna on binlerce çocuğu gemilere bindirip boğdururken bu emrini uygulayan yüzbaşını da öldürtür. Hayat böyledir, o yönetmek ve otoritesini güçlendirmek zorundadır.
Ancak kitabın ilk kısmında sadece bir kez değinilen, sayfaları dolaştıkça şiddetle arttığını gördüğümüz şey ise Marquez'in sıkla kullandığı 'yalnızlık'. Genaralin bu sıkıyönetiminde en güvendiği askerlerin ihaneti -sürekli doğru öngörülerle bunları erkenden susturması- gibi kendisine, karşı devrim planları yapanları yok edip yerine yenilerini ataması ve onlarında ihanetleriyle can sıkıcı bir oyun haline gelen darbe planlarını engelleyip durması. En yakını olan, mütevazi annesinin nasihatlerinin de bir süre sonra annesinin ölümünün ardından generali yalnızlığın kuyusuna atmasıyla generalimiz yalnızlığın kuytularında siestalarda arar çözümünü..
Aşık olduğu Manuel Sanchez'in ve ondan olan tek evladınında bir ihanet sonucu öldürülmesinin ardından general kendini geçmişin sislerinde bulur ve artık istemese bile yüzleşmek zorunda kaldığı kendi aile geçmişini de öğrenir bu sırada.
Netice itibariyle Başkan Babamızın Sonbaharı güzel mi güzel bir kitap fakat bir yerden sonra monotonlaşıp okuru zaten zorlayıcı diliyle beraber iyice yorabilir. Ancak yönetimini güçlendirmek adına işlediği cinayetler sadece insanlar olmayan ( evet kendisiyle alay eden papağanlar dahi vuruluyor) ve uçurtma uçurmak yasaklanması gibi olaylarla ulus hakkında hüküm veren son zamanlarına kadar o oluyor. Lakin ulusun annesinin ölümünden sonra başlayan düşüşü de generalin annesiyle olan sıkı bağını simgeliyor..
Beklendiği gibi ritmik Marquez motifleriyle süslü olan bu kitapta yine yer yer sübyancılık yer yer unutkanlık hastalığını görüyoruz yine fakat en güzeli o unutulmaz Marquez dili...
Bir sahaftan aldığım kitap 1993 yılında kızı tarafından ayrıca babasına hediye edilmiş.. İşte bu yaşanmışlığı görmekte ayrı bir hoş oluyor...