Olay kurgusu başarılı ve dili akıcı olmakla birlikte olağanüstü bir polisiye denilemez. Olay kendini merak ettiriyor ama gizem unsuru yeterince korunamamış. Bunda kahve suyu koyma tiryakisi karakterlerinin ruhsuzluğunun da etkisi var. En olmadık gelişmeye bile öyle soğuk tepki veriyorlar ki okuyucu da şaşıramıyor. Ayrıca birbirine bağlanan bu karakterler ve onların yaşam detayları Çehov'un "duvarda silah asılıysa piyesin sonunda patlar" sözünü akla getiriyor. Yani bu karakterin hayatından böyle bir detay verildiyse bunun ana hikayedeki sırrın ayrıntılarıyla bir benzerliği olmalı fikrini sürekli besliyor.
Kitabın en büyük artısı temposu. Okuyucunun olaydan kopmasına fırsat verilmemiş. Betimlemenin azlığına rağmen İsveç'in soğukluğunu da hissettirebiliyor. Kitabın bana kalırsa en önemli noktası ise başkarakterin ve hemen hemen kitaptaki tüm kadın karakterlerin yaşadıklarının da alt yapısını hazırlayan 1. kısım açılışındaki tespit.
"İsveç'te kadınların yüzde 18'i hayatında bir kez bir erkek tarafından tehdit edilmiştir."
Bu hem vakayı hem de Salander karakterini anlamamızı sağlayacak acılıkta bir cümle aslında. Serinin ses getirmesindeki bir sebep de gittikçe çaresiz hale gelen bu sorun ve karakterlerin bununla baş etme yöntemlerinin farklılığı olabilir.