Tuna Kiremitçi'yi düşündüğümde benim de zihnimde böyle puslu bir görüntü canlanır. Yazarın kitaplarını okurken görünürde her şeyi anlatıyordur; olayları, duyguları, düşünceleri... Ama okuma süreci boyunca 'yazar benden bir şey saklıyor' düşüncesinden hiç kurtulamam... Anlattıklarının sesi o kadar yüksektir ki, geride saklananların sesini asla duyamazsınız; orda olduklarını hisseder, huzursuzca kıpırdanırsınız... Ve aslında anlatılanları puslu görürsünüz... İlk Tuna Kiremitçi kitabımı aldığımda 13 yaşındaydım. Birikmiş harçlıklarımla 2 kitap almıştım o gün. Kapağını çok beğenmiş, isminden de etkilenip almıştım sanırım. Kitapta bir bölüm Arda'nın gençliği, abisiyle İstanbul'a geldiğinde yaşadıkları; bir bölüm de Arda'nın boşanmış hali anlatılıyor... Bölümler arası geçişlerle 2 ayrı Arda tanıyorsunuz aslında. Hikaye genç Arda için kendini ve kadın-erkek ilişkilerini keşfettiği bir geçiş dönemi. Diğer Arda içinse yaşanmışlıkların yorgunluğuyla anne kucağında geçirilen bir nevi nekahat dönemi. Geceleri annesiyle televizyondaki eski filmleri izlemelerinden çok etkilenmiştim, çünkü annemle biz de yaparız bazen bunu... Ve sonuç olarak 2 Arda'nın ne kadar farklı, çok az da aynı olduğunu görüyorsunuz...
Kitapta Bu İşte Bir Yalnızlık Var'daki gibi melankolik bir hava hakim. O yaşın bakış açısıyla kitaptan etkilenmiştim, evet. Yer yer şaşırmış, bazı şeyleri Arda'yla keşfetmiştim. Şimdi okusam ne hissederim, bilemiyorum.
Kitap pek tatmin edici bir sonla bitmiyor. Gerçi diğer kitaba göre bir nebze daha 'son' diyebiliriz buna. Kitabı bitirince birine vermiştim, hatırlamıyorum; bir daha da geri dönmedi. Yıllar sonra bir sahafta çok uygun fiyata rastlamış, içimde ukde kalmasın diye yeniden kütüphaneme kazandırmıştım.