1970'lerin dünyası, krizler ve travmalarla doluydu. Ekonomik ve sosyal yaşamdaki çalkantılar kaçınılmaz olarak bütün sanat eserlerine yansıdı ve sanatın pek çok alanında o dönem işlenen konular, insan ruhunun derinliklerinde gizlenen ilkel güdüler oldu.
J.G. Ballard'ın 1975 tarihli Gökdelen (High Rise) romanı da böyle bir eser.
İki bin kişinin yaşadığı kırk katlı bir gökdelen... İçinde yüzme havuzları, oyun parkları, dev bir süpermarket, okul, geniş teras ve balkonlar olan bu gökdelene yerleşenlerin tamamına yakını parlak bir kariyere sahip, mesleğinde başarılı insanlar...
Acaba dış dünyadan yalıtılmış böyle bir yerleşim biriminde yaşam neye benzerdi? Ballard'ın karşıt-ütopya tasarımında bu dünya, dış dünyadan farklı olmayacak, hatta dış dünyada ifade edilemeyen gizli ve karanlık güdüleri harekete geçiren bir cehenneme dönüşecektir.
Gökdelen sakinleri önce alt-orta ve üst sınıflara bölünürler. Daha sonra bu sınıflar birbirine düşman klanlara dönüşür ve nihayetinde klanlar arasında dozu gitgide artan şiddete dayalı bir çatışma başlar. Gökdelen sakinleri gündüzleri "normal insanlar" olarak işlerine gider, akşam gökdelene döndüklerinde bir türlü dizginleyemedikleri ilkel güdülerinin harekete geçmesi sonucu ilkel avcılara dönüşürler.
Önce klanların birbirinden yalıtılmış eğlence partileri düzenlenir. Sonra alan işgalleri başlar ve bu alanları korumak üzere bariyerler kurulur. Daha sonra insan avları başlar. Bütün bu süreçte gökdelenin altyapısı çöker, gökdelen sakinleri yeme/içme, seks ve şiddetten beslenen ilkel insanlara dönüşür. Şiddetin dozu tırmanır; Ta ki doyum noktasına ulaşana kadar.
Gökdelen, "altın-çağ sonrası" bilim kurgunun iyi bir örneği ve 20. yüzyılın son çeyreğinde başlayıp, 2000'lerde zirveye ulaşan yalıtılmış "apartman, site, akıllı bina" furyasının insanlığı hangi bireysel ve kitlesel histeri patlamalarına sürükleyebileceğine dair ciddi bir uyarı.