Bradbury,kitabın genelinde ufak hikayeleri kronolojik sıraya göre düzenlemiş;her bir hikaye farklı bir doku farklı bir konsept sunuyor.Bu açıdan Ben,robot’a benzetilebilir.İnsan kültürü,doğası incelenmiş hikayelerde;karanlık da olsa çarpıcı tespitler var ve tatlı kurgu oyunlarıyla süslenmişler.İnsan doğasının yıkıcılığı sıkça eleştirilmiş,bahane ve yalanlarını yeni “dünya”lara taşıyan insanların hüsran dolu sonları sıkça betimlenmiş.Psikolojik derinlik verdiği karakterlerin çoğu kendimizden bir parça bulup çok da hoşlanmayacağımız özelliklere sahip.Zaten kitabın esas vurucu yanı da burası…Fazla dürüst.İnsanların kendine yıkıcı doğası,çekirge sürüsü anlamına gelen “locust” ile betimlenmiş,bu kavram bilimden güç alan açgözlülüğün ve tahakküm arzusunun doğaya atfı olarak gözüküyor kitapta.İnsanlar,insanlıktan çıkarılmış ve doğanın yıkıcı bir gücü olarak tasvir edilmiş.
Yazarın gücü anlattığı hikayelerin içerisindeki insanların bugün bile çevremizde gördüğümüz zayıflıklarını açığa vurmasında yatıyor bence.
En çok okumaktan keyif aldığım hikaye ise insanlar çoktan terk etmiş olsa dahi günlük işlerini aksatmadan sürdüren otomatik bir evin anlatıldığıydı.Ben o hikayeyi açıkçası,günlük rutinleri arasında robot gibi yaşayan insanlara çok sert ve merhamet yoksunu bir gönderme olarak algıladım.