Owen onyedisinde zeki bir genç. Zihin ve düşünme eylemi üzerine düşünüyor. Mühendislik okumak istiyor. Yaşama dair her şeyi bildiğini sanıyor. Nerede okuyacağına ne yapacağına karar vermiş. Öyle farklı biri olmaya da çabalamıyor, herkes gibi olup görünmez olmak istiyor. Ama bir gün Natalie ile karşılaşıyor ve her şey allak bullak oluyor. Natalie müzikle uğraşan farklı bir kız ve farklı olmanın önemli olduğunu düşünüyor. İki genç insanın farklı işleyen zihinleri, onları birbirine çekiyor. Çok güzel bir dostluk doğuyor aralarında; ta ki...
Hiçbir olağanüstü öğe içermeyen olağanüstü bir kitap bu. Kısacık: Hepi topu 92 sayfa ama sizi geçmişinizde bir yerlere götürüp eski hislerinizi hatırlatmaya yetiyor. İnsana dair, onun hayata bakışına dair, gençliğe dair, ebeveynlere dair, aşka dair çok güzel sözler söylüyor kitap; naif ama çok gerçekçi. Bir kerede hızla okunuyor kitap, dili çok sade ama anlattıkları derin; o yüzden iki kere okunmayı hakeden, her okumada farklı bir niteliğini gösteren önemli bir eser. Karşılaşırsanız mutlaka edinin.
Çevirisi de güzel, sadece bir kaç yerde bağlaç olan "de" ve "her şey" bitişik yazılmış o kadar.
Bir kaç alıntı:
"Küçük çocukların akıllısı da kafası çalışmayanı da aptaldır işte. Aptalca şeyler yaparlar. Akıllarından geçeni pat diye söyleyiverirler. Düşünmedikleri bir şeyi söylemeyi öğrenmemişlerdir henüz. Bunu daha sonra, yetişkinliğe geçip, yalnız olduklarını anladıkları zaman öğrenirler."
"Tekrar güldü ve bana baktı. Sadece bir saniye. Ama baktı ve gördü. Kendisinin neye benzediğini görmek için bakmıyordu bana, benim neye benzediğimi görmek için bakıyordu. Benim için son derece sıra dışı bir şeydi bu."
(Bu alıntı içerik olarak pek bir şey ifade etmese de sözcük seçimi beni hayran bıraktı. Owen az önce yemek yemiş, yerken de lokmalar ağzında büyümüştür, isteksiz isteksiz bitirmiştir rostoyu. Ve sonrasında şöyle der:)
"Aşağıya inip, hala ağzımın içinde hissettiğim o et parçasının hayaletiyle, 'Ben biraz arabayla dolaşacağım' dedim ve dışarı çıkıp yeni arabama atladım."
“Bir taş gerekiyordu. Tutunacak, ayakta duracak bir şey. Katı, somut bir şey. Çünkü her şey yumuşamaya yüz tutuyor, pelteleşiyor, bir bataklığın içinde sislere gömülüyordu. Sis, dört yandan çörekleniyordu. Nerede olduğumu bile bilmiyordum.”
"Yaşamın anlamı nedir diye sorular sormanın bir yararı olmadığına karar verdik; çünkü yaşam bir yanıt değil, bir sorudur ve yaşamın yanıtı siz, kendinizsinizdir."
"Önceden de oldu yüce anlarım. Bir kez geceleyin parkta yürürken, yağmur altında, güzün. Bir kez çöl ortasında, yıldızlar altında, ekseni üzerinde dönen yeryuvarına döndüğüm gün. Kimileyin düşünürken, sadece düşünüp tartarken olup biteni. Ama hep yalnız. Kendi başıma. Bu kez yalnız değildim. Yüce dağ başında bir arkadaş vardı yanımda. Bir şey yok, hiçbir şey yok bundan üstün. Ömrümce görmesem de bir daha, eh diyebilirim yine de, bir kez orada bulundum."