Uyanıyorum küstah sözcüklerle
Ey, iki adımlık yerküre
Senin bütün arka bahçelerini
Gördüm ben!
Düşü ne biliyorum / Nilgün Marmara
Amerika'nın ve Avrupa'nın bütün ünlü caddeleri ile bütün arka sokaklarının arasında yaşanan bir bohemin satırlara aktarılması, tahmin edilebileceği üzere çok zor -yani gerçekten zor- bir iştir ve bunu başarmak da büyük bir öğünç kaynağıdır, sanırım.
Truman Capote bu yolda ilerledi ancak yolun sonunu göremeden bilinen evreni terketti. Buralardan gitmeden önce de bildiği evreni, kendi dünyasını, yaşadığı sosyo-kültürel değişim ve ilerlemeyi/gerilemeyi, bir yazardan tam da beklendiği üzere, gözlemciliğinin el verdiği gerçekçilik ile kitaplarına taşımayı bildi. “Kurgu olmayan romanlar” paradigmasıyla kaleme aldığı Kabul Edilmiş Dualar kitabı da az önce belirttiğim gibi, yaşadığı sosyo-kültürel çevrenin bireylerini, olgularını, düşünce yapısını, çarpıklığını, düzensizliğini ele alan bir novelladır*.
Tiffany'de Kahvaltı kitabında da dile getirdiği, çaresizlik, yüzeysellik, umursamazlık, gündelik yaşamın sıkıntılı ve bunaltıcı hissi, toplum içinde kendini yalnız ilan hissetmek, bir dönemin yani Truman Capote'un yaşadığı açmazın yansımasıdır. Zaten '58 yılında kitap yayınlandığında henüz 24 yaşında olan yazar, daha önce yazdığı öykülerle ünlenmiş ve sosyeteye hızlı bir giriş yapmış olsa da ailesiz büyümüş olmanın, New York arka sokaklarının acımasız ve soğuk yüzüyle erken tanışmış olmanın verdiği hayat yorgunluğuyla bulunduğu toplumu yadsımaktadır. Her ne kadar okuyucuya bunu birebir yansıtıp, karamsar bir havaya girmesine neden olmasa da Capote dile getirmediği bir duygunun yok sayılacağı düşüncesinden sıyrılalı çok olmuştur. O artık sosyetenin ve burjuvazinin çarpık düzeninin bir parçasıdır ve buna itiraz etmeye ne gücü ne de isteği vardır.
'66 yılının Ocak ayında Random House yayınevi ile imzalatığı sözleşmede Kabul Edilmiş Dualar adıyla yazacağı yeni kitabının konusunu editöre şöyle açıklıyordu;
“Bu roman, diyordu Truman, Proust'un başyapıtı Kayıp Zamanın İzinde'nin çağdaş bir eşdeğeri olacak ve gerek Avrupa'daki gerek ABD'nin doğu kıyılarındaki -kısmen aristokrat, kısmen kafe sosyetesinden- çok zenginlerin küçük dünyasını gözler önüne serecek.” **
Şayet Truman tam da söylediği gibi yaptı ve gördüğü bütün gerçekleri bütün çıplaklığıyla kağıda döktü. Gerçek anlamda bir çıplaklıktı bu, zira ünlü Amerikan şair Dorothy Parker'dan, İngiliz aktrist Estelle Winwood'a, Hicthcock'un gözdesi aktrist Tallulah Bankhead'den Hollywood'un yakışıklı ağır abisi Montgomery Clift'e, Columbia Pictures'in kurucularından Harry Cohn'dan Prenses Margaret'e kadar herkesin “gerçek” kişiliğini gözler önüne seriyordu. Liste yalnızca bunlarla sınırlı kalmıyor, onlarca ünlü insan, Capote'un yazılarında kendine yer buluyor ve eleştiriliyordu. Capote, edebiyatçı meslektaşlarını da unutmamış ve onları da listeye almıştı, J.D Salinger'ın katil olduğunu, Samuel Beckett'in ise bir süre jigolo olarak bu tüketici ve burjuva toplumunun bir parçası olduğunu yazmıştı. Dediğini yapmıştı ve toplumun üst kesimlerinin arka bahçelerini talan etmişti.
Saydığım ve say/a/madığım birçok ismin zaaflarını, çocukluklarını, yanlışlarını, yalancı yüzlerini ve en önemlisi cinsel tercihleri ve topluma karşı riyakârlığını kaleme alan Capote kendisi hakkında da acımasızdı. P.B. Jones adıyla vücut buldurduğu karakterin yaşadıkları tam bir skandaldı. Jigololuk yapıyor, erkeklerle yatıyor, eş değiştiriyor ve sürekli bunlardan kaçmaya çalışıyordu. Zaten afişe ettiği bütün karakterlerde tek ortak nokta vardı: Toplumun değerleri ve bulundukları sosyal çevre. Bu orjinde yapılanların tamamı ahlakdışı -topluma göre- ve kabul edilemezdi. Bunları yazmak ise hiç kabul edilemezdi!
Bütün bunlar olup biterken tahmin edebileceğiniz gibi T. Capote yazmayı sürdüremezdi ve öyle de oldu. Yazılarda kendine yer bulan/bulmayan herkes ona sırtını döndüğünde o yılmamıştı ve şöyle sesleniyordu “Ne bekliyorlardı? Ben bir yazarım ve her şeyi kullanırım. Bütün bu kişiler benim sırf onları eğlendirmek için mi varolduğumu sanıyor?” Duruma itiraz etti ancak sonu başından belli olan bu süreç, onu, zaten yaşamı boyunca yalnız yaşamış bir adamı artık yapayalnız bıraktı. Henüz Kabul Edilmiş Dualar kitabının ilk üç*** bölümünü yazmıştı ama tepkiler üzerine durmak zorunda kaldı. Ancak Random House ile yaptığı anlaşmaya göre hala yazması gereken bölümler vardı ki zaten bu yayınlanan bölümler basılı bir kitap halinde değil, dönemin ünlü dergilerinden Esquire'da yayınlanmıştı. Yayınevinin editörü ve kendisi dahi kolayca söyleyemese bile sanırım hayatındaki tek gerçek arkadaşı Joseph M. Fox, ile gerçekleştirdiği görüşmelerde kitabın diğer bölümlerini yazdığını, ona kısa zaman içinde ileteceğini söylüyordu.
Nitekim '77 Eylülünde Kabul Edilmiş Dualar kitabı için yazmayı bıraktı. Yazdıkları yüzünden daha da yalnızlaşan yazar, tamamen toplumdan izole bir hayat sürmek zorunda kaldı. Bu süreçte yeni yazılar kaleme aldıysa dahi hiçbiri bulunamamıştı ve ondan kalan bu kitap hakkındaki görüşlerimi ise kitabın ilk sayfasına yerleştirdiği, Azize Teresa'dan alıntı sözler özetliyor;
“Kabul edilmiş dualar yüzünden, kabul edilmemişlerden daha çok gözyaşı dökülmüştür.”
* Edebiyat çevrelerince “resmi” olarak kabul edilmese de, öyküden uzun, romandan kısa yazın türü.
** Joseph M. Fox -1987 / Kabul Edilmiş Dualar – Editör Notu / Sel Yayıncılık s. 7.
*** Aslında editöre gösterdiği, “Mojave” adlı bir 4. bölüm de hazırmış ancak T. Capote bu bölümün, Kabul Edilmiş Dualar kitabında yer almasını uygun bulmamış ve Bukalemunlar için Müzik kitabında yayınlatmış.
24.12..2011 tarihinde BirGün Kitap'ta yayınlanan yazımdır.