Pamuk merakla beklenen bu kitabını 6 yılda İstanbul'un arka mahallelerini iyice araştırıp ordaki yaşam tarzlarını insan davranışlarını gözlemleyip öyle yazmış.Böyle bir çalışma içine girmiş çünkü yazarımız daha önceki hikayelerinde kahramanlarını İstanbul'un Nişantaşı gibi kalburüstü semtlerinde yaşatıyordu.. Kitapta Nobel ödüllü bir yazardan beklenmeyecek anlatım bozuklukları olsada Orhan Pamuk sonuçta..Kitabın ön kapağı ile konusu öyle uyumlu ki kapağa bakınca içeği ile ilgili kafanızda bişeyler oluşuyor.Kitabın arkasında da değinildiği gibi aşkta insanın niyeti mi kısmeti mi önemli sorusunun cevabı son bölüm ve hatta son cümle ile birlikte tam anlamıyla ortaya çıkıyor.
Detaylı cümlelerin yazarı Pamuk; mahallede kuş uçsa sinek konsa yazar. Onun bu özelliği kitabı okurken zaman zaman okuyanı boğsada "ne çok uzattın be adam geç artık oraları"deme noktasına getirse de betimlemeleri tanımlamaları insanı derinden etkiliyor ve bilgilendiriyor. Mesela; İstanbul'un son 40 yılını orda yaşamamış olsanızda yaşamıssınız gibi bilirsiniz yada Mevlut'ün saflığı insanda acıma duygusu uyandırken, Korkut ve Süleyman'ın uyanıklığı bir tiksinme duygusu, babasının fakirliği ve gururu ise bir çaresizlik duygusu uyandırıyor. Pamuk bana nedenini bilmediğim bir şekilde soğuk ve itici gelse de kitap içimizden biri olan Mevlut'ün hikayesiyle sımcacık bir etki bıraktı. Ve boza her satırda insanın canını çektirecek kadar güzel anlatılan boza:) Bu hissiyat için bile Pamuk sevilir:)
Bir röportajında Pamuk kitabını anlatırken; "Mevlut resmiyet ile şahsiyet arasında sıkışıp kalmış bir karakter neden?" sorusuna cevabı "Baskıcı bir toplumda var olmak isteyen, şahsi düşüncesini ancak arkadaşına saklayacak. Şahsi düşünceyle resmi düşünce arasındaki fark da yalnızca bir ikiyüzlülük farkı değil, bir hayat acısı farkı" diye açıklamış. Ne güzel söylemiş!
Birde kahramanını niye Mevlüt değilde Mevlut olarak seçmiş onu merak ettim..
Kitapta benim açımdan en önemli vurgu; Mevlüt'ün akrabalarının büyük hayallerinin olması ve bu hayalleri gerçekleştirmelerine rağmen hayal edildiği zaman ki büyüklüklerini yitirmiş olduklarından dolayı sürekli mutsuz ve sinirli olmaları.Ki böyle insanlara günümüzde çok fazla rastlıyoruz. Bu durum; fazla hırs yada doyumsuzluk olarak nitelendirebilir. Diğer yanda; tüm değişimlere rağmen değişmeyen Mevlut'ün zaten küçük olan hayalleri ve istekleri gerçekleşirken, her ne kadar istediği gibi olmasa da olduğu gibi kabullenişi gerçekten kafasında bir tuhaflık olduğu hissini uyandırıken; Mevlut yaşadıklarıyla beklenenin beklendiği gibi gelmeyeceğini ama gelenin; gelmesini beklediğinden çok daha fazla mutluluk kaynağı olacağını yaşayarak aktarıyor bize. Böylelikle kabullenişlerinin kabul edilemeyecek yanları olmadığını göstermeye çalışıyor.
Ve kitap okumanın en güzel yanı iyi kötü her kitapta karşınıza bir araştırma konusu çıkması.Bu kitaptada "bozada alkol var mı yok mu?" onu araştırdım. Osmanlı döneminde 4. Murat bozayı içinde alkol var gerekçesiyle yasaklamış.Ancak edindiğim bilgilere göre ben Vefa Bozacısının yalancısıyım :) "Bozanın temel maddeleri su, şeker, mısır ve buğdaydır. Bu karışıma dışarıdan herhangi bir alkol eklenmez. İçindeki karışımlar fermantasyon sonucu etil alkol oluşturur ki bozada alkol var diyen o zaman mayalı ekmekte yemesin" nokta:)