Ana karakterin farklılığı daha ilk cümlelerde öne çıkıyor. Görülen mor tavşanlar, su içen minareler, duyguların kaybı, dokunanama, kıyafetlerdeki aşı düzen, kokuya hassasiyet, aşırı soğukkanlılığı bir araya getirince, sonu şaşırtıcı olmadı benim için. Her haliyle psikolojik sorunlu bir karakter portresi, açıkça okuyucuya sunulmuş. Bu noktada tam bir ikilemde kaldım, ana karakterin psikolojik profilinin çok öne çıkması ister istemez farklı bir katil arayışına sevk ediyorken, kişilik bölünmesi, şizofreni gibi hastalıkların izlerini arıyorsunuz.
Mehmet'le Olga arasındaki aşk da Olga ve Ludmilla arasındaki ilişki de yetersiz kalmış, kitapta betimlenen "aşktan üstün", "karasevda" okuyucuya tam ulaşmıyor. Bir tat eksikliği var. Ya da ben uğruna savrulacak, acı çekilecek bir aşk tadı alamadım.
Ana karakterin kaybolmuşluğu, kendini kitaplara adayışı, bir nevi kendini arayışı, bence kurgunun en iyi bölümüydü. Kitabın sonunun gerçek bir dava kararı şeklinde yazılması oldukça başarılıydı.
Yine de gerek alıntılar, gerek hikayeler, gerekse Kavabata, Marquez ve Türkali'den esintilerle dolu konuşma ve düşünce kısımları, güzel bir edebi söyleşi tadı bırakıyor damağınızda. Tabii araya ürün alınan reklamlarını saymazsak.
Dili sade, akıcı, sayfaları çevrirken ne kadar ilerlediğinizi fark etmiyorsunuz bile. Kısaca eksik bir kurgu, tam oturmamış bir hikaye ama olağanüstü bir dil.