Uçsuz bucaksız, dingin, sessizliğin sesini duyumsadığınız bir okyanusun ortasında bir küçük kayığın içinde olduğunuzu düşünün. Ne bir kürek var yönünüzü belirleyecek ne de bir kıyı var ulaşmayı hedeflediğiniz. Öylece duruyorsunuz. Sadece zihninizde Roy'un sözcüklerinin tınısı. Pusulanız bu. Kimi zaman uzanıp gökyüzüne bakıyorsunuz, ne sonsuz ne mavi! Kimi zaman bir cesaret okyanusun derinlerine dalıyorsunuz, ne kadar ışıltılı ne kadar rengarenk! Bazen o derinliklerin içinde bir delik görüyorsunuz, kapkara, sizi içine çeken. Acısıyla, hüznüyle, korkusuyla... Ve o kara delikler peşinizi bırakmadan geliyor ardı sıra.
Öyle bir yolculuktu. Okurken sık sık yazarı kıskanıp (tatlı bir kıskançlık) bu sözcükleri nasıl böyle inci gibi narin ve güzel sıra sıra dizdiğini sordum kendi kendime. Masalsı, şiir tadında bir anlatımdı.
Konusuna baktığınızda sıradan gelebilir; yasak aşk. Varlıklı bir ailenin kızı Ammu ile alt tabakadan bir genç adamın küçük şeyleri tanrılaştırdığı aşkı.
Estha ve Rahel. Bu iki minik ikiz kardeş, karşımıza büyümüş kimlikleriyle çıkıyor. İlerleyen sayfalarda geçmişe yolculuğa çıkıyorsunuz. Yaşları 7 civarı iken yaşanan olayları bazen kurnaz bir tatlılıkla, bazen acımasız bir gerçeklikle yansıtıyorlar bize. Büyük bir aile var, öyle ki çok isimle karşılaşacaksınız. Ben kafamda oturtmakta zorluk çekmedim (belki de Hint isimlerinin telaffuzu hoşuma gittiği içindir neyse.) Her karakterin kişiliği, yaşadıkları, duyguları çok iyi yansıtılmış. Sadece somut nesneleri değil, soyutluğu da çok iyi betimlemiş Roy; duyguları, dokunuşları, sesleri...
Son olarak çeviri ile ilgili de bir not düşmek istiyorum. Böyle etkileyici ve de ağır söz dizimlerinin olduğu bir kitabı başarıyla çevirmiş ve şiirselliğin önünü kesmemiş olan çevirmeni tebrik ediyorum.