Daha önce bazı edebiyat dergilerinde okumuş olduğum Aykut Ertuğrul öykülerinden sonra beklentilerim baya yüksekti, ne yazık ki bu beklentilerin tam olarak karşılandığını söyleyemem.
Kitabın ilk kısmını oluşturan "Güneş Yaralarımızı Yakıyor" (ve ikinci kısımdaki Atiye'nin Ölüleri), tamamen yazarın milli ve dini değerlerini yüceltmek için yazdığı öykülerden oluşuyor. Normalde okuduğum eserin yazarının inançları, sahip olduğu değerler beni ilgilendirmez. Eserin bu değerlerden izler taşıması kaçınılmaz olsa da yerinde kullanılırsa tat dahi verirler. Ama iş yazarın duygu mastürbasyonuna varınca olay çekilmez bir hale geliyor. Aykut Ertuğrul bize her gün belli medya organlarında gördüğümüz mağduriyet hikâyelerinden, sözde kahramanlıklardan bir seçki sunuyor. Bir öyküde otobüsteki yerini "ellili yaşlarda, aşırı makyajlı, röfleli altın günü kadınları"na kaptıran nine ve torununu, bir diğerinde irticai faaliyetler yüzünden ordudan emekli edilen askeri, bir başkasında ise oğlunun şehit haberini yeni alan anneyi görüyoruz. Ajitasyon o kadar ön planda ki öyküleri ciddiye almak bile çok zor. Şüphesiz bu öykülerin hitap ettiği bir okur grubu vardır, ben bu gruba kesinlikle dâhil değilim. Dolayısıyla Aykut Ertuğrul'un yazım dilini çok sevmeme rağmen bu kısmı bitirmek benim için eziyet oldu.
"İntihaller, İhtimaller ve Başka Acayip Şeyler" ismindeki ikinci bölümde ise kitaba başlarken okumayı umduğum öyküler var. Bu öykülerde yazar okurun algısıyla oynuyor, kurguyu belirsizleştirerek üstkurmacaya yaklaşıyor. G. G. Marquez'e ve Borges'e doğrudan selam duran öykülerin yanı sıra “Mahir Ressam ya da Babamı Nasıl Öldürdüm?”de Oğuz Atay ve Bilge Karasu'nun varlığı açıkça belli oluyor. Bu bölümde yazarın dilinin daha oturmuş olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilk bölümde beni oldukça rahatsız eden şeyler ikinci bölümde de kimi öykülerde kendilerini hissettirseler de çok fazla göze batmıyorlar, bu da öykünün okunurluğuna zarar vermiyor. “Urdn Medeniyeti Hakkında Birkaç Mühim Belge”, “Kırmızı Pazartesi İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü” ve dipnotlarıyla Flann O'Brien'ın Üçüncü Polis'ini hatırlatan “Son Anahtar ve Başka İhtimaller” en sevdiğim öyküler oldu.
İlk yarısını okumamış olsaydım muhakkak çok daha fazla beğenecektim bu kitabı, yine de bana kalırsa Aykut Ertuğrul zamanımızın önemli öykücülerinden ve bu kitap da ikinci kısımdaki öyküler için okunmayı hak ediyor.