Nadine Gordimer, 1991 yılında Nobel Edebiyat ödülüne "layık görülen" bir yazar. Nobel edebiyat ödüllerinin "hedef seçilen" ülke yazarlarına verilmesi ise bilinmeyen bir gerçek değil. Gordimer'in tam da Güney Afrika'da 50 yıla yakın süren ırkçı/faşist Apartheid rejiminin, uluslararası kamuoyunun hedefine konduğu bir dönemde bu ödülü alması elbette manidar.
Nitekim, bu ödülle dikkat çekilen Apartheid rejimi üç sene sonra tarihe karıştı, bir kaç sene sonra da Güney Afrika uluslararası yatırım çevrelerine açılarak, finans piyasalarında üzerine en çok spekülasyon yapılan ülkelerden biri oldu.
Ancak bu gerçek, Gordimer'in bir yazar olarak değerini düşürmemeli.
Roman okumak (pek çoğu) hayali kahramanların dünyasında gezinmek gibidir. Romanı okuduğunuz bir kaç gün boyunca başka coğrafyalara gider, tanımadığınız, bilmediğiniz kültürlerle temas kurar, bazen isimleri bile size yabancı gelen insanların dünyasında yaşarsınız.
Sonra roman biter; elbette sizin bu birkaç günlük seyahatiniz de...
İyi bir roman, okuyup bitirdiğinizde sevdiğiniz bir mekandan, dostlarınızdan, içinde kaybolup gittiğiniz bir ilişkiler/olaylar zincirinden koptuğunuz duygusu yaratır.
Gordimer'in 1990 yılında yazdığı Oğlumun Öyküsü iyi bir roman. Apartheid dönemi Güney Afrika'sında geçiyor. Romanda ırkçı rejime karşı yürütülen mücadele içinde savrulan insan yaşamları konu ediliyor: Erdemlerle zaafların iç içe olduğu, insanların beklenmedik zamanlarda beklenmedik davranışlarda bulunduğu, acının, sevincin, aşkın ve mücadelenin at başı gittiği bir dünyanın öyküsü.
Gordimer, bir taraftan bir aşk ilişkisinin etrafında bir ailenin hikayesini anlatırken, diğer taraftan ırkçı rejim dönemi Güney Afrikasının resmini çiziyor.
Bir kaç gün içinde keyifle okunup bitirilecek güzel bir roman.