Umberto Eco ile Gülün Adı romanı sayesinde tanışan pek çok okurun aksine ben kendisini Foucault Sarkacı ile tanıdım.
1980'lerin sonunda çevremdeki herkes Gülün Adı'nı okuyor, birbirine hararetle bu kitabı tavsiye ediyordu. Çok okunan kitapları sevmediğim için ben Eco'nun başka bir kitabını okumaya karar verdim ve 1992 yılının yaz aylarında hacimli Foucault Sarkacı'na başladım. İtiraf etmeliyim ki kitabın dörtte üçünü hiç anlamadan okudum. Ancak kitap öylesine sürükleyiciydi ki kitabı, bir haftanın içinde, herkes denizin ve plajın tadını çıkartırken bitirdim.
Okudum ilk romanında, Eco'nun kurgusuna, yarattığı roman kahramanlarının saçmasapan fikirlere tutkuyla bağlanmasını alaycı bir dille anlatmasına hayran kaldım. Daha önemlisi, Foucault Sarkacı beni hiç bilmediğim konuları daha fazla araştırmaya teşvik etti; Gülhaçlılar'ı, Tapınakçılar'ı, Haşhaşiler'i, masonik örgütleri, illuminati'yi ve daha nicelerini Umberto Eco sayesinde tanıdım.
Eco romanlarında, en irrasyonel fikirlerin bile nasıl tutkuyla sahiplenildiğini, hatta daha ileri giderek dünyada olup biten her şeyin açıklaması haline getirildiğini büyük bir ustalıkla anlatan, anlatırken de okurunu daha fazla araştırmaya, sorgulamaya davet eden büyük bir yazar.
Prag Mezarlığı bir Gülün Adı, ya da bir Foucault Sarkacı değil. Hatta bir Baudolino da değil - ki benim en sevdiğim romanlardan biridir.
Okurken zaman zaman kitaptan koptuğumu hissettim.
Prag Mezarlığı da en az diğerleri kadar okuması zor bir roman. Tıpkı diğerleri gibi bir kez değil, bir kaç kez okunması gerekiyor.
Anti-semitizmi, mason komplosu takıntısını, mevcut ırkçı düşüncenin 19. yüzyıla uzanan kökenlerini daha iyi anlamaya yarayan Prag Mezarlığı'nı ikinci kez okuduğumda daha iyi anlayacağıma eminim - elbette romanda konu edilen olayları ve şahısları daha fazla araştırdıktan sonra.
Şimdilik notum on üzerinden altı.