“Bir biçim, birçok bakış açısına göre düşünülüp anlaşılabildiği; kendisi olmaktan asla geri kalmaksızın, büyük bir görünüm ve çeşitli titreşimler ortaya koyabildiği ölçüde geçerlidir”, der Umberto Eco “Açık Yapıt”ta. Bir bildiri olarak ortaya çıkardığı ve sonrasında kuramsallaştırdığı “Açık Yapıt” düşüncesi içinde tek-yönlü, klasik kurgu ve yorum biçimlerini reddeder Eco. Ancak yanlış anlaşılmasın, bu noktada biçimin ölümünü de ilan etmez; aksine biçimi yazar-yaratıcı ve okur arasında etkin bir ilişki sağlayan bir olanaklar alanı olarak görmeyi amaçlar. Bir düşünür olarak ortaya attığı kuramın içini bir yazar olarak da doldurduğunu görürüz Eco’nun. Gülün Adı, Foucault Sarkacı, Baudolino ve diğerleri çok katmanlılıkları, farklı yorumlara açıklıklarıyla kuşkusuz birer açık yapıttırlar. Peki son romanı “Prag Mezarlığı”?
İtalyan yazar, eleştirmen, düşünür Umberto Eco, son romanı Prag Mezarlığı ile karşımızda. Yine tarihin içindeki gezisini sürdürüyor. Eco, belli ki pek çok yoruma açık olanaklar alanı olarak gördüğü “biçim”i en çok yine pek çok yoruma açık bir olanaklar alanı olan “tarih”e uygulamayı seviyor. Yazarın bu noktada büyük bir tarih koleksiyoncusu olduğunu da hatırlamadan geçemiyoruz.
Hikayemizin ana ekseni Yahudi katliamının da dayanağını oluşturan “Siyon Bilgelerinin Protokolleri”nin yazılış serüveni. Daha doğrusu kahramanımız Yüzbaşı Simonini’nin düzenlediği sahte bir belgenin Siyon Bilgeleri Protokolleri’ne dönüşmesi. Büyük bir tarihi komplo düşüncesi üzerine kaleme alınmış “Prag Mezarlığı”. Mevzu oldukça ağır ve içinden çıkılamaz gibi görünüyor ama her ne kadar içinden çıkılamaz olsa da, o kadar ağır ve daraltıcı değil. Zira kahramanımız Yüzbaşı Simonini, kelimenin tam anlamıyla çok renkli bir kişilik, öyle ki kendini anlatmaya “kimden nefret ediyorum?” sorusuyla başlıyor. Nefret alanı oldukça geniş; başta Yahudiler olmak üzere, Masonlar, Cizvitler, İlluminatiler, Almanlar, İtalyanlar ve hatta kadınlar… Hal böyle olunca herkesi herkese satan, yalanlarla, düzmece belgelerle, türlü sahtekarlıklarla oluşturduğu yaşamını hangi devlete ait olduğu belli olmayan bir derin devlet adamı olarak sürdürüyor. Ancak buradaki sorun herkesi herkese satan, kimin yanında olduğu çıkarlarına göre an be an değişen Simonini’nin kendisinin de kim olduğunu karıştırmış durumda olması. Gidip gelen hafızasını tazelemek için kaleme aldığı güncesine Dalla Piccola adında bir rahip karışıp duruyor. Kim bu Piccola? Gerçek bir kişi mi, Yüzbaşı Simonini’nin çeşitli işler çevirmek için girdiği kılıklardan biri mi, yoksa kahramanımızın unuttuğu belleği ya da o uyurken harekete geçip kalemi eline alan alter egosu mu? Aynı anda hepsi ve hiçbiri demeye getiriyor Umberto Eco elbette. Biz okurlar Simonini’nin ve Rahip Dalla Piccola’nın kimlikleri üzerine düşünürken bir yandan da müthiş bir olay örgüsünün içinde çeşitli gizemler ve komplolar peşine düşüyoruz.
19.yüzyıl Avrupası’nın, özellikle de Paris sokaklarının şahane bir fotoğrafını çekiyor Eco. Şehrin kanalizasyonları, bu kanalizasyonlarda yatan cesetler, türlü çeşit batakhaneler, kilise ayinleri, yeme içme, gezme ve giyinme biçimleri, ev içleri, karanlık sokaklar, mezarlıklar, gerçek tarihi kişiler… Bütün bunların hepsi Simonini’nin komplocu zihnini besleyen, ona komplo olanakları sağlayan veriler. Biz de bu çarpık bakış açısıyla izliyoruz 19.yüzyılı. Eco hiç de haksız sayılmaz, zaman değişse de gerçeklerin yüzeydeki bir pislikten başka bir şeye benzemediği bir dünyada daha derin, daha hastalıklı pislikler peşindeyiz hala…
İkiye bölünmüş bir bilinç gibi görünen Dalla Piccola ile Simonini’nin hikayesinin bize ulaşmasını sağlayan, bu gizemi çözmek için Simonini’ye hatırladıklarını kayda geçirmesini salık veren doktor Froide, yine hikayenin oldukça yoruma açık sonuna götürüyor bizi. Simonini kendince iyileşiyor. Ancak Eco’nun roman boyunca pek çok gerçek tarihi karaktere yaptığı gibi, doktor Froide’u hastalarının cinsel yaşamlarıyla kesinlikle ilgilenmeyen bir karakter olarak anlatması, ister istemez aklımızda kalıyor…
Bu gibi ayrıntıların aklımızda kalmasının önemli bir sebebi var. Eco’nun en etkileyici özelliği kimi zaman gerçek adlarıyla verdiği gerçek kişileri ve gerçekten yaşanmış tarihi olayları ele alırken mükemmel bir kurgunun oyuncu yapısını ortaya koyabilmesi. Her şeyin kurgudan ibaret olduğunu ancak yine, ironik olarak olanaksız bir şekilde, bu kurgunun yapıtaşlarından birinin okur olduğunu hissettirmesi… “Prag Mezarlığı”nı okuduktan sonra şüphesiz siz de hikayenin onu okuyan her farklı kişinin algısına, kültürel seviyesine, birikimine ve en mühimi dünya görüşüne göre yeniden şekillenebileceği yanılgısına kapılacaksınız…