Soner Yalçın’ın yeni kitabı ‘Samizdat’, Türkiye’nin 12 Eylül’ü tartıştığı bir dönemde raflardaki yerini aldı. Kitabın ismi ilk anda tuhaf gelebilir. Rusça “samizdat” “kendi” anlamındaki “sam” ve yayımcı anlamındaki “izdat” kelimelerinin birleşmesinden oluşuyor. Ağır baskı ve sansür koşulları altında ortaya çıkıyor. Baskı araçları ve fotokopi makinaları kontrol altında olduğu için muhalifler fikirlerini el yazısıyla kaleme alıyor. Bu yüzden “samizdat”ı aynı zamanda inadın ve düşünmekten, yani insan kalmaktan vazgeçmemenin adı olarak kabul etmek mümkün görünüyor.
‘Samizdat’ı okurken Yalçın’ın da inat ettiği görülüyor. Başta hükümet olmak üzere herkesin hızlı 12 Eylül muhalifi kesildiği günümüzde başına gelenler darbe günlerini aratmıyor. Önce tutuklanıyor; sonra yazı yazması engelleniyor. Gazetesiyle ilişkisi kesiliyor, ardından kitaplarını yayımlatamaz hale geliyor. Yalçın’ın tek çaresi kitabını kağıt-kalemle yazmak ve bunu yayımlayacak bir yayımcı aramaktır. ‘Samizdat’ işte böyle doğuyor. Kitabın alt başlığı da çok anlamlı. Soner Yalçın, 12 Eylül’ü alkışlayanların bile demokrasi havarisine dönüştüğü bir dönemde sanki herkesle dalgasını geçiyor ve “Hakikatlere dayanacak gücünüz var mı?” diye soruyor. Herkesin ve özellikle de darbe karşıtı olduğunu söyleyenlerin yanıtlaması gereken bir sorudur. Sahiden Türkiye’de neler olup bittiğini anlamaya ve cezaevlerindeki gazetecilerin neden orada olduğunu öğrenmeye cesaretimiz var mı?
Uyuyanları rahatsız etmek
Yalçın, cezaevinde yazdığı kitabını gözaltına alındığı ilk 29 günün etrafında şekillendirmiş. Kitapta özgürlük tutkusu, hasret, evlat sevgisi, öfke, inat gibi insana dair birçok şey varsa da ‘Samizdat’a bir cezaevi kitabı demek mümkün değil. Yalçın kitabında kendi başına gelenleri aktarmakla yetinmemiş; cezaevinde karşılaştığı Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy davalarının ünlü sanıklarından yola çıkarak söz konusu davalar hakkında da pek çok şey anlatmış. Örneğin, Oktay Yıldırım’la birlikte hücrede kalışını anlatırken, Ergenekon Davası’nın temeli sayılan Ümraniye bombalarının dünya hukuk tarihine geçecek hikâyesinden de bahsetmiş. Nasıl gözaltına alındığını yazarken, daha önceki aramalar esnasında “sehven” yapılan hatalara da değinmiş. Bilgisayarlarına virüs yoluyla girdiği tespit edilen dosyalardan bahsederken, telefonlara “sehven” yüklenen numaraları, karakol yolunda birden çoğalan CD’leri ihmal etmemiş. Cezaevinde bütün iddianameleri, dava tutanaklarını titizlikle inceleyen Yalçın bütün bunlara bir de kişisel gözlemlerini eklemiş. Kaldığı hücrede elini kulağına götürerek sekiz saat boyunca hayali cep telefonuyla konuşanlar, akıl hastaları, şeyhler, telefonuna kontür alamazken helikopter ihalesine girenler, kontrole gelen sanıkların hasta olduğunu söyledikleri için örgüt üyesi ilan edilenler… Yalçın’ın o kendine has akıcı üslubuna rağmen Samizdat’ı okurken insanın üzerine bir ağırlık çökmesi kaçınılmaz.
12 Eylül gibi
‘Samizdat’ı aynı zamanda bir çığlık olarak da değerlendirmek mümkün. Soner Yalçın kitabında gözaltına alındığı günden itibaren basında kendisi aleyhinde yürütülen kampanyaya da cevap veriyor. Tıpkı 12 Eylül günlerinde olduğu gibi kulaklarına fısıldananları sormadan, soruşturmadan yazanlarla, gazeteciliği polislikle karıştıranlarla hesabının bitmediğini söylüyor. Ama basınla ilgili yazılanlar bunlarla sınırlı kalmıyor. ‘Samizdat’ta ortaya ciddi iddialar da atılıyor. Örneğin Yalçın kitabında tutuklanmadan önce kendisine ortak program yapmayı teklif eden, ısrarla Odatv’de yazar olmak isteyen isimlerin operasyon sonrasında kanal kanal dolaşarak aleyhinde konuştuklarını söylüyor. ‘Samizdat’ samimi ve bir o kadar da rahatsız edici bir kitap. Darbeyle hesaplaştıklarını iddia edenlerin yaptıklarını kırılıp dökülmeden, korkmadan, sansürsüz bir biçimde okuyucuyla paylaşıyor.