Kolay okunabilen, akıcı, bir yere kadar sürükleyici ve dili oldukça sade bir roman. Her nekadar dili kullanma biçimi açısından çok iyi olsada edebi bir kaygı taşımıyor. İşlediği konu ve verdiği tarihsel bilgiler en artı yönü. Özellikle profesör ile Nadia'nın öyküsü insanın içini sızlatan, yürek burkan cinsten. Tarihsel gerçeklik ile kurgu tam belirgin değil, kurgu ve tarihsel olaylar çok içiçe geçmiş. Bu, gerçek (tarihsel) bilgi ile kurmacayı doğal bir anlatımla vermesini sağlamış. Ancak bu durum ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu zorlaştırıyor. Yazarın en beğenmediğim yönü, kendi doğrularını mutlak doğru olarak dayatma cabası. Bir yere kadar duygusallığı iyi aktarabilme yetisine ve tarihsel gerçekliği iyi yansıtma çabası takdire şayan. Fakat bu tarihsel gerçekliği edebi olarak iyi işleyebilmeye odaklanması gerekirken, üstüne basa basa sosyal-siyasi mesajlar verme kaygısı gütmesi hiç doğru olmamış... Bu romanı bitirdikten sonra kendime şu iki soruyu sordum ve bir paradoks içinde kaldım. "Ülkenin menfaati mi önce gelir, insanlığın menfaati mi? İki tercih hakkın var, ya gemiyi batırırsın ya savaşa girersin..." "Her iktidar öldürür, ister dolaylı ister dolaysız; peki öldürmeyen iktidar yaşatmayı başarabilir mi?"