Bu kitapla ilgili memnuniyetsizliği gördüğümde şaşırdım, üzüldüm. Bir kitap ortalama 3'ün altında rating alıyorsa (bu yorum yazılırken goodreads ortalama puanı 2.95 idi) "vasat" değil, "kötü" kabul ediliyor demektir. Peki Numero Zero gerçekten de "kötü" bir roman mı?
Doğrudur... Eco'nun bu romanı bir Gülün Adı değil, hatta bir Faucault Sarkacı ya da Baudolino da değil. Zaten böyle olmasını beklemek de doğru değil. Çünkü her roman özgündür (özgün olmalıdır) ve yıllar içinde yazar da değişir.
Gülün Adı'nı yazdığında Eco 54 yaşındaydı, bu romanın yayımlandığı yıl 83 yaşında. Dahası, aradan geçen 30 sene boyunca dünya değişti, roman okuyucusu değişti, romancılık değişti, her şey değişti. O halde bu romanı Gülün Adı ile karşılaştırmak büyük haksızlık olur.
Peki, acaba romanı kendi içinde yorumladığımızda nasıl görünüyor? Goodreads okuyucularından The Guardian'a, The Independent'tan New York Times'a kadar geniş bir yelpazedeki okur/eleştirmene göre vasat altı ... Katılmıyorum.
******** (BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR) **********
Kitap, romanda yama gibi duran "6 Haziran 1992 Cumartesi, Saat 8" ile başlıyor. Eco, ilk satırlarda bir gizem yaratıyor ve daha sonra roman kahramanı Colonna'nın geçmişiyle ilgili bilgiler veriyor. Roman kahramanımızın bir kaybeder(loser) olduğunu öğreniyoruz. Bir sonraki bölümde iki ay geriye dönüyor ve kitabın en başında sözü edilen gizemle yeniden bağ kurulana kadar 17 bölüm daha okuyoruz. Bu bölümlerde Eco bizi önce medya/yayıncılık dünyasına, daha sonra İtalya'nın son 60 yılına götürüyor. Önce fazlasıyla pragmatik ve belli belirsiz bir ahlak düşkünlüğü yakıştırabileceğimiz Simei ile, daha sonra hastalık derecesinde takıntılı ve kuşkucu Braggadocio ve sevimli, ancak romanın daha sonraki sayfalarında (Braggadocio tarafından otizm olarak isimlendirilen) davranışsal bozukluklara sahip Maia ile tanışıyoruz. Romanda ismi zikredilen diğer şahıslar, sadece tamamlayıcı roller üstleniyorlar. Böylece her biri kendine has düşünme ve davranma bozukluğundan muzdarip insanlar topluluğunun 2 aylık serüveni başlıyor. Bu insanları bir araya getiren neden de sallantıda: Patronunun gazetecilik dışında hedeflerine hizmet etmek üzere girişilen bir proje bu ve gazete yayınlanmayacak, sadece 12 adet sıfır sayı çıkartacak.
Pek çok okur ve eleştirmen, kitapta olay örgüsünün kopuk, roman karakterlerinin zayıf olduğunu ileri sürerek eleştiriyor Eco'yu. Bir de işlenen konuyu ve anlatımı beğenmeyenler var. Ben hiç birine katılmıyorum. Eco'nun roman karakterlerini derinleme incelemeden bıraktığı ve bölümden bölüme geçerken "yapıştırma" hissi veren bir anlatım tarzı belirlediği doğru. Ancak bunların hiç biri beni rahatsız etmedi. Tam tersine, büyük bir keyifle ve ilgiyle okudum.
Romanda olaylar 1992 yılında geçiyor. 1992 yılı bilinçli bir şekilde ve dikkatle seçilmiş. Sosyalist bloğun çöktüğü, Soğuk Savaş'ın kesin olarak sona erdiği yıllardayız. Dünya olağanüstü bir değişimden geçiyor. Bu arada İtalya da değişiyor, dönüşüyor. Soğuk Savaş döneminde cinayet, darbe, tehdit gibi karanlık eylemlere imza atmış soğuk savaş örgütleri tasfiye ediliyor ve onlar tasfiye edilirken doğan boşluğu doldurmak üzere Milano'lu bir işadamı, Silvio Berlusconi sahneye çıkmaya hazırlanıyor. Sadece bir on yıl sonra artık İtalya bambaşka bir ülke olacak.
Eco'nun roman kahramanlarının zayıflığı, iki yüzlülüğü, korkaklığı, meslek ilkelerine, arkadaşlarına, (sahip olmaları gereken) değerlere ihanetleri tam da o dönemin sarsıntıları ile ilgili. Eco'nun romanda hiç görünmeyen, sadece ismi zikredilen medya patronu Commendatore'si de böylece "kurgusal Berlusconi" olarak romandaki yerini alıyor.
Eco, tıpkı diğer romanlarında olduğu gibi okuyucuyu neyin doğru, neyin kurgu olduğu konusunda ikilemlerde bırakıyor. Gizemin çözümüne yönelik farklı bir açıklamayı Maia'nın ağzından söylüyor ve kararı okura bırakıyor; roman kahramanlarının zayıflıkları, korkaklıkları, ilkesizlikleri ile beraber.
Bu romanı okurken şunu düşündüm: Bir kuşağın son temsilcilerinden biri olarak Umberto Eco sanki dünyadan ayrılmadan önce bu romanla son vazifesini yerine getiriyor: Bugünün kaypak, ilkesiz, sahte ilişkilerinin üzerine kurulduğu dünyanın nasıl bu hale geldiğini bize hatırlatıyor. Korkaklığımızı yüzümüze vuruyor.
Çünkü çalkantılı 20. yüzyılın pek çok iniş çıkışını yaşamış olan Eco'nun kuşağı da gittikten sonra, ilkeleri, adaleti ve demokrasiyi cesaretle savunan pek az insan kalacak.
Bu roman bir başyapıt olmasa da, okuyucuyu derin derin düşünmeye sevk ettiği için 9 puan veriyorum.