Birçoğumuz Orhan Pamuk’u “2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir.” bildirisiyle yayınlanan ve bazı kesimlerce “Türkiye tarihi ile ilgili demeçleri “dolayısıyla verildiği öne sürülen tepkilerle olay olan aldığı Nobel ödülü ile daha bir tanır olduk. Dönemin cumhurbaşkanının kendisini kutlamaması başta olmak üzere, Amerikan patentli post modern romanlar yazdığı ileri sürülmesinden, Nobel’in Pamuk’a ücret olarak verildiğine kadar birçok siyasi söylemle gündemde yer etti. Ayrıca hakkında “Türklüğe hakaret” davası açılmış fakat yargılanması için Adalet bakanlığından beklenen yazının gelmemesi nedeniyle dava düşmüştür. Ben bu tüm söylem ve olayların dışında sanatın her dalı için siyasetin karıştırılmaması gerektiğini düşündüğümden Pamuk için; bizi yurtdışında temsil eden, birçok edebiyat ödülüne layık görülen, TIME dergisince dünyanın en etkili 100 insanı listesine giren, eserleri 60 dile çevrilmiş yüzden fazla ülkede on bir milyondan fazla basılmış bir yazar olmasıyla ilgilendiğimi belirtmek isterim.
Yeni Hayat; Orhan Pamuk’un okuduğum ikinci kitabı. “Yeni hayat”ı bir diğer okuduğum “Kafamda bir tuhaflık var”la kıyaslayacak olursak; Kafamda bir tuhaflık var’ın anlatımı ve kurgusu basit, konuşma diline daha yakınken, Yeni hayat ise bilinç akış tekniğinin kullanıldığı, daha çok sanrılardan oluşan, çözümlemeleri olan dili ağır bir roman. Romanları postmodern romancılığı tarzında değerlendirilen Pamuk’un bu kitabında Dante Alighieri’nin tutkulu aşkı Beatrice’se adanmış düşsel ve romantik bir yaşamı içeren “ Yeni Hayat” isimli şiir kitabından ve Dostoyevski’nin “düşünce ve ışık ülkesi” temasından, Tutunamayanların Olric’inden ve sürekli mastürbasyon yapmasıyla başlayan ama partner bulduğu halde hala cinsel sapmalar yaşayan kahramanını anlatırken Freud’un özdoyum felsefesinden esinlendiği fikrine kapıldım.
Kitap; “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” şeklindeki merak uyandıran giriş cümlesiyle başlıyor. Esasen bir kitabın tüm hayatı değiştirebileceği fikrine katılmıyorum ya da o güçte bir kitapla henüz karşılaşmadım diyelim. Lakin şunu da söylemeden geçemeyeceğim tesadüfen hikayesini duyduktan sonra benimde merak edip alıp okuduğum Goethe'nin bunalımlı bir aşk öyküsü anlattığı Genç Werther'in Acıları adlı eserinin yayımlanmasıyla birlikte "Werther salgını" baş göstermiş insanlar romandaki kahraman gibi giyinmeye başlamış hatta kahramanı romanın sonunda intihar etmesiyle bazı okurlar da romandaki öykünün kahramanı gibi ölümü seçmiştir. Yani bu ya da bunun gibi henüz okumadığım siz değerli okurların bilebileceği başka örneklere bakılacak olursa bir kitabın bütün hayatı değiştirdiği doğrudur. Ben yinede henüz öyle bir kitapla tanışmamış biri olarak kesin bir ifadeyle kitap okumanın insanı değiştiren, geliştiren ve dönüştüren etkisi olduğuna inandığımı söyleyebilirim. Gerçi o da kişinin alma kapasitesiyle alakalı!
Şu sıralar genellikle kült eserler ve tavsiye üzerine not aldığım kitapları okuyorum. Yeni Hayat okuma listemde yoktu kimse de tavsiye etmedi peki neden okudum? Şöyle ki son okuduğum kitap Siddhartha’yla ilgili içsel yolculuğu araştırırken Pamuk’un bu kitabına denk geldim. Normalde şu an için okumazdım ama Hilmi Yavuz’un “Türkiye’de bu kitabın değerini bilecek nitelikli okuyucu azdır” sözüne takıldım.” Nedir bu kitabı okuyacak nitelikli okuyucunun özelliği deyip, başlayalım bakalım eğer anlayamazsam Orhan Pamuk’un “Sessiz ev” kitabında nineye söylettirdiği "kitap bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin” söyleminden yola çıkarak başladım kitaba..Öyle ya roman dediğin modern oyuncak!
Romanda; okuduğu kitaptan etkilenip kitabın vaat ettiği yeni hayatın peşinden koşan bir gencin hikâyesi anlatılıyor. Kahramanımız evinden, okulundan ayrılıp üç ay gibi uzun süren otobüs yolculukları yapmaktadır. Bu yolculuklarda kimi zaman yanında kitapla tanışmasına vesile olan ama -ona göre kitap Canan’la tanışmasına vesile olmuştur- aşık olduğu kızda yanındadır. Kızın aşık olduğu Mehmet, gittiği yerlerde tanıştığı diğer insanlar, bunlarla kesişen yolları, hatta Nahit-Osman-Mehmet bağlamında kimin kim olduğu, kimin yaşadığı- kimin öldüğünü anlamada anlatıcının da dediği gibi tuhaf bir kafa karışıklığı yaşarken, aşk, ölüm, varoluş, keder, kader gibi temaların işlendiği romanın gizemli, postmodern ve bilinç akışı tekniğiyle yazılmış olması bu labirente dönen hikayede kopmalara neden olsa da bu önemli yazım tekniğini kaçırmamak, otobiyografik bir eser olduğuna inandığım Orhan Pamuk’u bu yönüyle tanımak ve Hilmi Yavuz’u haklı çıkarmamak adına okumanızı tavsiye ederim…
Kitaptan Altını Çizdiklerim:
-Önemli olan insanın içindeki iyiliği koruyacak bir hayat yaşayabilmesidir.
-Hiçbir şey, her şeyi unutabilmenin verdiği huzurdan değerli olamaz.
-İyi bir kitap bize bütün dünyayı hatırlatan kitaptır.
-Neden kelimelerle düşünür de insan, görüntüler yüzünden acı çeker.
-İnsan düşündüğünün, yaptığını sandığı şeyin tam tersini yapar çoğu zaman. O ülkeye giderken kendine dönersin. Kitabı okuyorum sanırken yeniden yazarsın. Yardım ediyorum derken yaralarsın. İnsanların çoğu aslında ne yeni bir hayat isterler, ne de yeni bir dünya.