Bir anneannenin torununa yazdığı mektuplardan ibaret kitap. Gereksiz uzun. 157 sayfa gerçi ama yine de bunak bir ninenin torununa söyleyecek bu kadar şeyi olmamalı. Hadi var diyelim bari bunu daha kaliteli bir yazar yazsaydı istiyor insan.
Sevmedim, fazlasıyla yapmacık buldum kitabı. O kadar sık ve saçma benzetmeler vardı ki canım sıkıldı. Sayfa 38' de ''Ama oturur oturmaz anladım ki henüz hazır değildim, belki de havada fazla elektrik olduğundan düşüncelerim kıvılcımlar gibi şuraya buraya uçuşuyordu.'' Bu ne lan? Ya da bu; sayfa 43 ''Bir şey anlayabilecek misin acaba? Zihnimde pek çok şey kaynaşıyor, dışarı çıkabilmek için birbirlerini, mevsim sonu indirimli satışlardaki hanımlar gibi, itip kakıyorlar.''
Ama aynı zamanda yazarın okuyucuyla oyunlar oynadığı ya da benim öyle olduğunu sandığım kısımlar da vardı ve bittim oralara. Mesela sayfa 16' da yine saçma bir benzetmenin ardından gelen şu cümle tebessüm etmeme neden oldu; ''Biliyorum, benim ancak mutfak evreninden bulup verebileceğim örnekler seni güldürmek yerine kızdırıyordur. Ne yapalım, herkes en iyi tanıdığı dünyadan esinlenir.'' Direkt okuyucuya hitap ediyor gibiydi mesela bu cümleyle. Bir anda gerçek bir mektubu okuduğum ve mektubun muhatabının ben olduğum hissine kapıldım. 157 sayfalık kitapta sevmediğim benzetmeler kadar çok severek okuduğum benzetmeler, tespitler de vardı ama eğer bunlar da olmayacaksa yazarımız zahmet edip de yazmasın zaten kitap filan. Yetmedi yani o beğendiğim kısımlar kitabı kurtarmaya. 14. sayfada yer alan ve uzun olduğu için alıntılamak zor geldiğinden şu an okuyamadığınız paragraftaki zırh benzetmesi, klişe olmakla birlikte, anlatmak istediğini çok iyi anlatan bir benzetme olmuş ve paragrafın sonunda insanın normalde ağlaması gerekmeyen bir olay karşısındaki gözyaşlarının sebebini -en azından benim açımdan- mükemmel şekilde özetlemiş. Tespite örnek vermek gerekirse karakterle kişilik farkına ilişkin bir paragraf var ki oradan makale çıkabilir uğraşılsa.
Şimdi sözde mektupla toruna bir ders/öğüt vermekten ziyade bir iç hesaplaşma için yazılıyor ki bu kısmı da çok sevdim. Ama sadece teoriyi sevdim, uygulamaya dökülüşünü başarısız buldum. Eğer bir iç hesaplaşma mevzusundan bahsedeceksek Yekta Kopan' ın ödüllü kitabı Bir de Baktın Yoksun' un son hikayesi olan ve ölen bir babanın ardından hissedilenleri anlatan, okurken de beni deliler gibi ağlatan hikaye bu kitabı ezer geçer. Elbette kıyaslama çok doğru değil, hatta ne alaka ama diğer yandan bu kitap bu kadar övülürken, herkes birbirine bu kitabı tavsiye ederken diğer tarafta bu hesaplaşma işini bu kitaptakinden çok daha görkemli ve gerçekçi yapan bir hikayenin hak ettiği bir değerdir burada ona değinilmesi(ne cümle be!)
Kitaba yönelik eleştirilerim dört temel noktaya dayanıyor; 1- Gereksiz ve çok sık yapılan benzetmeler, 2- P. Coelho tarzı sevgi içimizde temalı sayısız cümleyle çok satan bir kitap kotarma işinden zaten nefret etmem. 3- ''Çok özel torun'' mevzusu. Bir kitap yazıyorsan o kitabın karakterlerinin ilgi çekici olması, sanırım kitabın ilgi çekici olması mevzusunda çok etkili bir unsurdur. Yalnız ben bunu sevmiyorum. Ben süslenmemiş, basit karakterlerin hikaye ile birlikte önemli hale geldiği kitapları daha çok seviyorum. Buradaki torun daha ilkokuldan itibaren farklı(!) özel(!) bir tip ve bu benim için ilgi çekici değil, ilgi kırıcı(ilgi kırmak daha önce kullanılmamış bir deyim olabilir ben sevdim). Karaktere direkt ön yargıyla yaklaşmama neden oldu bu. Kitapta yer yer ufak çelişkiler olduğunu düşünüyorum ve bunu da sevmedim ama hiç üzerinde durmayacağım çünkü bu benim ön yargım ve paranoyamdan meydana gelmiştir muhtemelen. Zaten sanırım bunu sadece tek bir yerde hissettim. O da 48. sayfanın son paragrafında kader diye girip 49 sayfanın son paragrafında egzistansiyalizm yakın bir düşünceyle çıkıldığı kısım ki alıntılar bölümüne bu son paragrafı ekledim. 4- Gerçekten kalitesiz bir yazar tarafından yazılmış kitap. Böyle çok yazar var, hele türkiye' de dolu bunlardan.
Ben birine bu kitabı tavsiye etmem, okumasanız da olur. Evet çok hüzünlendiren, düşündüren yerleri var ama bunu sağlayabilmek için çok usta bir yazar olmanıza gerek yok, herkes duygulandıran metinler yazabilir. Ben Galatasaray sözlük' ü okurken bile ağladığım entyrler biliyorum. Kaldı ki kitabı yapmacık bulduğumdan o kadar da etkilenmedim okuyucu etkilensin diye yazıldığı çok net olan bazı pasajlardan.
Not: 45. sayfadan yaptığım alıntıdaki bence müthiş çeviri için çevirmeni de kutlamak gerek.
''Aynı doğruları, aynı mutlak dogmaları paylaştığı bir grubun üyesi olduğunu hissetmek, onun
kibirliliğe olan doğal eğilimini kaygı verecek biçimde güçlendiriyordu.'' (Sf: 45 - Can Yay. - 10. Baskı)