Sahip olduğu ünü kesinlikle hakeden büyüleyici bir roman. Gerçekçi, komik, acıklı, büyüleyici, modern, klasik. İçine girip çıkmamak istiyor insan.
Ve çeviri: İngilizceden çevirmesine rağmen Seçkin Selvi öyle güzel çevirmiş ki bu kitabı tadına doyulmuyor. Kimi zaman eski sözcükler, kimi zaman atasözleri, kimi zaman deyimler kullanarak Buendia ailesinin sanki dünyanın başlangıcına kadar geriye giden geçmişini müthiş bir yetkinlikle yansıtmış. Kendi dilime bir kez daha hayranlıkla baktım Seçkin Selvi sayesinde.
"Jose Arcadio yatak odasının kapısını kapar kapamaz, evde bir silah sesi çınladı.
Kan, kapının altından süzüldü, oturma odasına geçti, sokağa çıktı, inişli çıkışlı yoldan karşıya ulaştı, kaldırımları indi çıktı, Türkler Sokağı’nı geçti, önce sağa, sonra sola saptı, Buendia'ların evinin tam karşısına geldi, kapalı kapının altından sızdı, halıları kirletmemek için duvar diplerinden dolanarak salonu geçti, oturma odasına girdi, yemek masasının çevresinde geniş bir kavis çizdi, begonyalı terasa uzandı, Aureliano Jose'ye matematik dersi veren Amaranta'nın sandalyesinin altından görünmeden süzüldü, kileri geçti, ekmek pişirmek için tam otuz altı yumurta kırmak üzere olan Ursula'nın bulunduğu mutfağa girdi.
Ursula, 'Aman Tanrım! Vay anacığım!' diye haykırdı." (s. 152)
"Albay Aureliano Buendia, hiçbir zaman görmediği babasının hayaletini o gün de görmedi ve dereler gibi boşalan sıcak sidik, ayakkabılarına sıçradı diye babasının söylendiğini duymadı." (s. 296)
"O zaman, evde söylenildiği gibi Jose Arcadio Buendia'nın deli olmadığını, zamanın da arada bir sendeleyip ayağını burkabileceği, doğrulup kalkarken de sonsuza dek aynı kalacak bir dilimini bir odada bırakabileceği gerçeğini yalnızca Jose Arcadio Buendia'nın kavramış olduğunu anladılar." (s. 388)
“Yine de doğduğu köye dönerken bu yazılarla dolu üç sandığı yanında götürmekten hiçbir güç onu alıkoyamadı. Sandıkları yük vagonuna atmak isteyen tren kondüktörlerine yakası açılmadık küfürler yağdırdıktan sonra sandıkları yanına alıp yolcu vagonuna yerleştirmeyi başardı. Ve ‘İnsanlar birinci mevkide giderken, edebiyat yük katarına atılırsa, dünyanın anası bellenmiş demektir,’ dedi.” (s. 443)