Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize yardımcı olabilir, okumak istediğimiz kitaplar hakkında fikir teatisinde* bulunabiliriz diye düşündüm.
* Hep cümle içinde kullanmak istemiştim buraya kısmetmiş.
Bence bir kitabı başka bir dile çevirince kitabın anlam bütünlüğü bozuluyor aynı durum şiirler içinde geçerli başka bir dile çevrildi mi ahenk bozuluyor.En iyisi kendi ana dilinde okumak ama o da mümkün değil tabii yabancı dil bilenler için ayrı.
Faulknerin çevirisini beğenmemiştim. Azerbaycan dilinde çevirileri eleştirsem de bu ktabı çok iyi çevirmişlerdi.
Bir de cevirmenin aslindan cevirebileni daha makbuldur. Ornegin Eco Italyanca yazdiysa anadilinden ceviri Ingilizce'snden ceviriden cok daha saglikli olacaktir. Cunku ondan ona, ondan ona giderken metin cekme kasete döner. Kitabi alirken buna da dikkat etmekte yarar var diye dusunuyorum.
Üniversitede, branşımla ilgili olarak, İngilizce'den Türkçe'ye birçok çeviri yaptım. Asau arkadaşın örneklerle çok güzel belirttiği gibi en temel kural okuyucuya okuduğunun başka dilden çeviri olduğunu unutturmak esasında; bir metni kelimesi kelimesine çevirmek değil, anlamı bütünüyle verebilmek. Bu da kolay bir iş değil tabii... Ben en son Cemal Süreyya'nın Vadideki Zambak çevirisinde hüsrana uğradım, çok iyi olacağını umduğum çeviri bana hiç tat vermedi. Oldukça şiirsel ve ağdalı bir dil kullanmış şair, eserin özüne de sadık kalmak için muhtemelen, ama maalesef anlam kaybolup gitmiş.
Yazılanlara baktığımda öyle birşey gördüm ki, garipsedim.Yazılanları değil, halimizi. Demek ki bizler çeviri kitapları okurken (elbette istisnalar var) ayndaki sureti seyrediyoruz. Yada tv seyretmiş gibi oluyoruz. Şöyle ki, dilin ruhuna kadar, iliğine kemiğine hakim kişi, kitabı bir okyanus misali düşündüğümüzde, zerrelerine kadar o serinliği hissederken, bizler , ben gibi dil bilmeyen "garibanlar", okyanusu tv den seyredip suretiyle yetiniyor, serinlemek adına, içinde deniz geçen anılara başvuruyoruz. Galiba bunun için bir dil bir insan, iki dil insan deniyor.
O halde çeviri bir sanattır diyebilir miyiz?
Çeviri konusunda başka bir açmazımız daha var Türk halkı olarak. Edebiyat özü gereği akışkan bir sanat dalı.Akışkanlıktan kastım belirli bir hacmi yok. Şöyle ki edebi metinler, şiir, roman, hikaye vs, okuyucunun anlam dünyasında şekillenen girdiği kalıbın şeklini alan, kelime deryası. Ben bir metinden farklı bir anlam çıkarabiliyorken, siz bambaşka bir anlam keşfediyor olabilirsiniz. Elbette özünde vermek istediği mesaj ile nettir, ancak onun bizim anlam dünyamızda uyardığı çağrışımlar bambaşka. Örneğin un dediğimizde herkes aynı şeyi anlar, ama un kullanıldığı yere göre bambaşka şeylerin ortaya çıkışına eşlik eder.
Edebiyat, kelimeler aracılığı ile bunu yaparken takdir edersiniz ki kullandığı kelimeler de bu enstrümana uygun olarak esnek ve şiirsel olmalıdır.
Bir keman sesi şiirsel ise, eşlik ettiği senfonide şiirsel olmalıdır. Diyeceğim o ki , Türkçe olarak, benim gözlemlediğim kadarıyla bizim kelimelerimiz daha net ve kaya gibi. O şiirselliği Türkçe kelimelerde yakalayamıyorsunuz. Ancak kelimeler birleşip bir paragraf oluşturduğunda bunu hissedebiliyorsunuz ki bu sanırım Türkçe'nin bir eksiği.
Örneğin aşiyan,kelimesi. TDK'ya baktığımızda yuva olarak Türkçe'de yer aldığını görüyoruz. "Aşiyan" kelimesi ne kadar akustik bir argüman ise "yuva" o kadar net. Aşiyan farsça kökenli bir kelime. Yuva ise öz Türkçe,kökeni "uya".
Hali ile aşiyan kelimesinin verdiği o coşkulu anlatımı yakalayabilmek için uzunca bir kelime komitesi hazırlamanız gerekiyor.
Şunu da unutmamak lazım ki diller yaratıcılarının ve kullanıcılarının karakterini yansıtır