Kitap Tavsiyesi ve Fikir Alışverişi

Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize yardımcı olabilir, okumak istediğimiz kitaplar hakkında fikir teatisinde* bulunabiliriz diye düşündüm.

* Hep cümle içinde kullanmak istemiştim buraya kısmetmiş.


Tür: Genel | Açılış, 28 Temmuz 2011
<< tüm tartışmalar

Çeviriler

Tartışma Cevapları
« geri 1 2 3

1 ile 10 arası cevap gösteriliyor, toplam 25 cevap.
5 kişiden 5 kişi beğenmiş.

Güzel şeyler yazmış arkadaşlar, bu konu çok su kaldırır ama burası yeri değil. Konuyu açan arkadaş çeviri hataları olan kitapları yazın demiş. Benim karşılaştıklarımı yazsam çok yer alır! Neyse ben de çeviri ile ilgili bir kaç şeye deyineyim:

Şu yayınevi, şu kişinin çevirileri iyi veya kötü genellemesi çok yanlış. Bu yanlışa çok düşülüyor. Yani şu yayınevinin tüm çevirileri iyi, şununki kötü gibi toptancı düşünce tarzı yanlış. Bu tarz bir düşünce hiç doğru ve sağlıklı bir düşünce değil. Aslında bir önceki cümle ile çelişecek bir şey yazacağım şimdi! Bazen bazı yayınevlerinin çevirilerin çoğu kötü olmuş oluyor. Bu konuda benim dikkatimi Oda Yayınları çekti. Bu yayınevinden okuduğum pek çok kitabın çevirisi kötüydü. Yayınevinin çevirilerinin genelde iyi olmamasının nedeni, iyi çevirmenlerin olmamasından değil, işi ucuza yapma kurnazlığından kaynaklanıyor. Bu tür kitabı biraz inceleyin, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız! Gerçekten kötü çevirmenler de var, ama bunu yayınevinin tüm kitapları ile veya çevirmenin tüm çevirdikleriyle ilişkilendirmek doğru olmaz.

Bence önemli olan çevirmenin çevirdiği kitabın özgün diline hakimiyeti değil, önemli olan çevirdiği kitabın felsefesine hakim olması. Bir hukuk kitabını, dili kötü olan ama hukukçu olan birinin çevirmesi, dili iyi olan ama hukukçu olmayan birinin çevirmesinden daha iyi sonuçlar verebilir. Çok iyi çevirmenler vardır, ama çok iyi çevirmen olan birinin hakim olduğu dildeki her kitabı çok iyi çevirebilir düşüncesi doğru olmaz.

Genelde çevirmeden anladığımız şey tercüme eylemidir. Bir kitabı şerh etme becerisini gösteremeyen birinin o kitabı tercüme etmemelidir kanımca!

Çeviriyle ilgili temel sorunların aslında dil eğitiminin yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor. Üniversitelerin dil bölümlerinin adları dikkatinizi çekti mi? Türk Dili, Fransız Dili, Arap Dili değil de, Türk Dili ve Edebiyatı, Fransız Dili ve Edebiyatı'dır. Ne hikmetse Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan biri genelde Fransız Dili bölümünde okuduğundan emindir ama Edebiyatı kısmıyla pek ilgili değildir. Genelde bu bölümlerde dil eğitimi yapılır, edebiyat ikinci plandadır, hatta bazen hiç umurumuzda bile olmaz edebiyat. Bir de Dil bölümleri çift dal olmalıdır. Saçma mı? Fransız Dili ve Edebiyatı okuyan biri Türk Dili ve Edebiyatı da okumalıdır. Sen Türk Dili ve Edebiyatına hakim değilsen Fransızcayı yutsan ne yazar. Çeviriyi Fransızcaya göre değil Türkçeye göre yapacaksın. Aslında çeviriyi Türkçeye göre değil Türkiye Kültürü ve Edebiyatına göre yapacaksın. Eee, o zaman demek ki Türkçeye ve Edebiyatına hakim olman gerekir ki Fransızcadan iyi çeviri yapabilesin.

Çeviri işi gerçekten zor iş. Bazen sorun çevirmenden kaynaklanmaz. Sorun yazardan kaynaklanıyor gibi görünse de aslında sorun çeviridedir yine de, ama sorun çevirmende değildir mesela, nasıl yanii?!!. Örneğin Simyacı'da özgün dilinde bir kentde birilerinin kulelerden şarkılar söylediği yazıyor. Ama aslında yazar kendi kültürüne yabancı bir olgudan bahsediyor. İslamın bazı ritüellerinden. Yazar için bu olguların bir karşılığı yok. Onun için cümledeki tüm kelimeleri temel anlamıyla kullanıyor. Yüksek bir yapı temelde bir kuledir ve oradan gelen nameli sesler de şarkıdır, türküdür. "Kulelerden şarkılar söyleniyor" cümlesi özgün dilinden Türkçeye doğru çevrilmiştir aslında ama yanlıştır. Aslında yazar o cümleyi şöyle yazıyor ve kurgu dünyasında da o olguyu böyle konumlandırıyor: "Kulelerden şarkılar söyleniyor". Ama (o cümle bizim kültürümüzde) şu kastediliyor: "Minarelerden ezanlar okunuyor". Ama aslında bu çeviri yazarın algı dünyasına göre doğru değildir, "kulelerden şarkılar söyleniyor" doğrudur, "minarelerden ezanlar okunuyor" yanlıştır. Şimdi sorun çevirmende mi, çeviride mi, yazar da mı?. Bu işler çok karışık işler, çeviri zor iş zorrr...

9 yıl, 10 ay     
4 kişiden 4 kişi beğenmiş.

Sevgili Caine,

Geçen hafta mesajına cevap verecek vakit bulamadım. Ancak bu akşam zaman ayıra bildim.

Türk milleti binlerce yıldır varlığını ve karakterini, geliştirdiği uygarlıklar ile devam ettirmiştir. Bunu başarmak içinde İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya gelene kadar biri sürü din ve alfabe değiştirdiler. Bu değişiklikler Türklerin milli birliğini ve genel yapısını değiştirmedi. Latin harflerini kabul etmemiz ne dinimiz olan Müslümanlığı ne de imanımızı etkilemedi. O nedenle aynı kelimeleri Arapça veya Latince veya Uygur harfleri ile yazmamızın önemi yok. Önemli olan ne yazdığımızı toplumun ne kadar çoğunun okuyup anlayabildiği, toplumun eğitim seviyesinin ne olduğudur.

Türk Milleti tarih boyu bir çok devlet kurmuş (Hun İmparatorluğu, Göktürk, Karahanlı, Babür, Selçuklu v.b.) ve bazı devletleri kurmasa bile kontrolü altına almış (Eyyubiler v.b.); Bazılarının yönetici hanedanı Türklerden olmasa bile halkının çoğunluğu Türklerden oluştuğu için (Abbasiler, Altın Ordu v.b.) yönetiminde hak sahibi olmuşlardır. Osmanlı Devleti, kendisi için kullandığı isimlerden birisi olan ebediyen yaşayacak devlet olamamış buna karşın tarihte 1000 yıl yaşayan Roma İmparatorluğundan sonra 600 yıl yaşayarak en uzun yaşamış ikinci devlet unvanını alarak, günahı ve sevabıyla tarihe mal olmuş ve ebediyete intikal etmiş bir devlettir. Bu gün Türk Milletinin kurduğu başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere Türk Devletleri yaşamakta ve Türk Milletinin hükümran güç olduğunu tüm dünyaya göstermektedirler.

Ben 50 yaşına yakınım. Ailemdeki bir sürü kişinin ve üniversite hocalarımın özellikle Hukuk dersleri hocalarımın kullandığınız dilin yanında sizin kullandığınız dil biraz zorlama kalıyor. Benim kulaklarımın duymaya ve gözlerimin görmeye alışkın olduğu dil çok akıcı ve tamamlayıcı bir yapıdaydı. Sizin mesajlarınız bile benim Medeni Hukuk Ders Notlarım yanında çocuk oyuncağı gibi kalır. Doçentimizden tuttuğum notları anlamak için Osmanlıca-Türkçe sözlük almıştım.

Osmanlı hanedanın bir edebiyat dili olarak oluşturduğu dil olan Osmanlıca Esperanto gibi yapay bir dil olabilmiştir.Osmanlıların düşünce yapısı oldukça ilginç çünkü daha önce dünyada hiçbir hanedan kendilerine ait bir dil oluşturmaya çalışmamıştır. Osmanlıca, ölü bir şiir dilidir çünkü büyük halk kitlelerine mal olamamıştır. Günlük konuşma dili haline gelememiştir. Sizin yazdığınız şiirleri sözlük olmadan hatta olsa bile toplumun çoğu anlayamaz. Köylünün, şehirlinin anlamadığı kelimelerle dolu bir dile yaşayan bir denilemez.

Hiçbir dil tek başına sadece o dile ait kelimelerden oluşmamıştır. Benim ve sizin bildiğiniz İngilizce’yi ele alırsak aslında Germen kökenli bir dildir. Daha sonra Norman işgali ile birçok kelime Fransızca’dan İngilizce’ye girmiştir. Hatta Fransızca ve İngilizce kelimelerin yaklaşık % 40’ı farklı söylenişler, aynı mana ve yazılışlardan oluşur. İngilizler gittikleri her yerden kelime eklemişler dillerine. İngilizce’ye Yumurta demek olan Egg kelimesi Eski Norveççe’den gelmiş. Yine Pijama kelimesinin kökeni Farsça’dır. Türkçe Yoğurt kelimesi ise tüm dünyada Yogurt olarak biliniyor.

Avrupa’daki diller yerel dillerin Latince ile melezleşmesinden oluşmuştur. Türkçe ise Avrupa dilleri gibi Hint-Avrupa dil ailesinden değildir. Türkçe’nin yapısına benzeyen dünyadaki tek dil Japonca’dır. Her iki dilde ek ve köklerin birleşmesi ile oluştuklarından Türkler için Japonca öğrenmek oldukça kolaydır.

Kaşgarlı Mahmud’un 11. Yüzyılda yazdığı Divanu Lügati't-Türk’ünde yaklaşık 8.000 kelime vardır. Bu kelime sayası şu anki teknolojik gelişmişlik düzeyine tabii ki yetmez. İngilizce’nin 600.000 kelime olduğunu düşününce ve çoğunun bir yerlerden geldiğinin idrakinde olunca, Türkçe’deki birçok kelimenin yabancı kökenli olduğunu kabul etmek gerekir. Türkler bir çok dillerden kendilerinde olmayan sözcükleri alarak kullanmışlardır. Kelimeleri diğer dillerden almaktan öte o kelimenin herkes tarafından bilinip kullanılmasıdır önemli olan. Hemen akla gelen birkaç tane örnek vereyim. Şapka ve Çanta Rusça kökenlidirler. Ama kimse çanta ya da şapkanın ne olduğunu anlamak için sözlüğe bakmaya gerek duymaz. Aynı şekilde banyo kelimesi İtalyanca’dır. Orjinali Bagno yazılır ama okunuşu banyo olduğundan Türkçeye okunduğu gibi getirilmiştir.

Osmanlı Devlet büyük bir devlettir. Ama Osmanlı bir İmparatorluk yani bir Sömürgeci yani Empire değildi. Tarihteki İmparatorluk olmuş sömürgeci devletlerin özelliklerine bakarsak, yani İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa v.b.

1) Sömürdüğü ülkenin dilini, dinini yok ederek onun yerine kendi dilini ve dinini empoze etmişlerdir. Meksika’dan itibaren İspanyol sömürgesi olan Güney Amerika halkları İspanyolca konuşur. Portekiz sömürgesi olan Brezilya Portekizce konuşur. Tüm Güney Amerika halkları Hristiyanlığın Katolik mezhebindendir. Pakistan, Hindistan’ın resmi dillerinden biri hala İngilizce’dir. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avusturalya ve Yeni Zelanda yerlileri bir köşeye itilmiş ülkeleri İngilizler ile doldurulmuştur. Kızılderililere ve Aborginlere düşen ise kendi ülkelerinde ikinci sınıf vatandaş olmaktır.
Afrika kıtasına gelirsek, hala bir çok ülkenin resmi dili sömürgesi olduğu ülkenin dilidir.
Resmi dili Portekizce Olan ülkeler : Angola, Gine-Bissau, Mozambik, Sao Tome ve Principe Adaları, Yeşil Burun Adaları
Resmi dili Fransızca Olan ülkeler : Benin, Burkina Faso, Burundi, Cezayir, Cibuti, Çad, Kongo, Gabon, Fildişi Sahili, Gine, Komor Adaları, Kongo, Mali, Nijer, Orta Afrika Cumhuriyeti, Togo,
Resmi dili İngilizce Olan ülkeler : Botsvana, Eritre, Gambiya, Gana, Güney Afrika Cumhuriyeti , Sudan, Kenya, Lesotho, Liberya, Malavi, Mauritius, Namibya, Nijerya, Svaziland, Uganda, Zambiya, Zimbabve
Resmi dilleri Fransızca, İngilizce olan ülkeler : Kamerun, Madagaskar, Ruanda, Seyşel Adaları,

Buna karşılık Osmanlı hakimiyeti altında kalan ülkelerde sadece o ülkenin ana dili resmi dildir. Osmanlı’dan doğan 36 devlet içinde sadece Türkiye’nin ana dili Türkçe’dir.

2) Avrupalı sömürgeci ülkeler sömürge ülkelerde zorla kendi dinleri olan Hristiyanlığı yaymak için inanılmaz bir Misyonerlek faaliyeti yürütmüşlerdir.

Buna karşılık günümüzde Avrupa’da Osmanlı’dan ayrılan ülkelerden sadece ikisinin Müslüman olduğunu görürüz. Bu iki ülkede misyonerlik faaliyetleri yapıldığından değil Hristiyanlığın mezhep kavgalarında şamar oğlanına dönmekten kurtulmak için İslam dinini seçmişler. Bosna Hersek halkı olan Boşnaklar Hz. İsa’yı Tanrı’nın oğlu olarak görmeyen Bogomil Hristiyanlardı. Komşuları olan Ortodoks Sırplardan ve Katolik Hırvatlardan kurtulmak için kendilerini Müslüman yazdırmışlardır. İlerleyen zaman içinde yavaş yavaş İslamiyet’e geçmişler. Arnavutlar’da Boşnaklar gibi Ortodoks ve Katolik mezheplerinin çekişmesinden kendilerini İslamiyet’i kabul ederek kurtarma yoluna gitmişlerdir.

Osmanlı Devleti asla İmparatorluk olmamış, kimsenin iliğini kemiğini sömürmemiş, kimsenin vebalini almamıştır.

Diller bir kodlama aracıdır. Bir nesne, duygu düşünceye verilen ortak ad oluşturarak bu adın karşıdaki kişi tarafından doğru anlaşılmasını sağlayan her dil başarılıdır. Bu nedenle hiçbir dil ötekine üstün değildir. Dil değeri iletişim işlevini başarı ile yerine getirip getirmemesine bağlıdır. Ne Arapça, ne Farsça, ne de Türkçe birbirine üstün değil eşittir. Türkçe’nin gelişememesi yeni kelime üretmesinde yavaşlığındandır. Çoğunlukla yapılan icatları aynen alarak kullanılmaya çalışılıyor. Buna karşın Arapça, İngilizceden etkilense de yeni kelime türetmede bizden çok daha ileriler.

Osmanlı İmparatorluğunda 19. Yüzyıl ortalarında okur yazar seviyesi % 3-4 civarındaydı. 1876’da tahta geçen Sultan II. Abdülhamid’in büyük bir Eğitim Seferberliği başlatmıştır. Sultan II. Abdülhamid’in yılda 400 okul açtırması büyük başarıdır. Bunu Cumhuriyet Türkiye’si bile başaramamıştır. Bütün bunların sonunda 20.yüzyıl başlarına geldiğimizde Osmanlı Devletinin Müslüman ahalisi içindeki okuryazar oranı % 10 seviyesine gelmiştir. Bu gün Türkiye’de okuryazar oranı % 96,5 civarındadır.

Osmanlı Devletinin ebediyete intikalinden 92 sene sonra kullandığınız kelimelerle nazar-ı dikkatimi celp edebilmeniz ise çok kolay oldu. :D Benim Büyükdedem bir Osmanlı Paşası idi. Babamın babası ise Osmanlı Padişahlarının sofrasında yemek yemiş bir Osmanlı Bahriye Zabitiydi. Büyük Dayım Harbiye Mektebinde okurken alınıp I. Dünya Savaşına götürülmüş geri geldiğinde yüzbaşı olmuştu. I. Dünya Savaşında esir düşen Büyük dedem Hindistan’da ve oğlu ise Mısır’da İngilizlerin elinde savaş esiri olarak 4-5 yıl geçirdiler. İngilizler onları teşhir edip “Güvendiğiniz Türkler bakın bize esir düştüler.” diye alay ederlermiş. Ne zaman ki Mustafa Kemal Atatürk ve Ankara Hükümeti zafer üstüne zafer kazanmışlar, o zaman İngilizlerin sesi kesilmiş. Hindistan’da Hint Müslümanları, Hindular, Mısır halkı “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” diye gösteriler yapmışlar.

Bu arada Dedelerimden biri ise Kurtuluş Savaşında savaşmış bir gaziydi. Yunan askerlerinin hamile Müslüman Türk kadınlarının karınlarını süngü veya kasatura ile yararak içlerindeki bebekleri göbek bağlarından zeytin ağaçlarına bağladıklarını görmüş. Bu gün keşke Cumhuriyet kurulmasaydı diyenler o görüntüleri görseler ne derlerdi diye merak ediyorum.

Gelişme ileriye giderek olur, geri gitmeye çalışılarak Medeniyetler geliştirilemez. Arkasına bakan insanlar önünü göremez, o yüzden her türlü engele takılıp düşerler. Selçuklular, Karahanlılar’dan büyüktü. Osmanlı ise Selçuklu’lardan büyüktü. Elimizden geliyorsa önümüze bakıp Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı’dan da büyük, güçlü ve uzun ömürlü bir devlet yapalım.

Aşk dünyadaki en güçlü duygudur. Aşk birden çok mana içerir. En büyük “Aşk” Allah aşkıdır. İlahi Aşkı anlatan koskoca bir Tasavvuf edebiyatımız var. Mevlana, Yunus Emre ilk akla gelenleridir.

Fuzuli kadar Osmanlı Devletinin yozlaşmılığından çekmiş bir şair var mı acaba?
“Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar.” diye Şikayetname yazmıştır. :))))))))))))))))

Zannederim siz yanlış anlamışsınız. Ben Türkçeyle yazılan tıp, astronomi, mimari, fen bilimleri,teknoloji kitapları yoktur demedim. Öyle bir saçmalık olabilir mi hiç? Darülfünun’da ne okutuyorlardı o devirlerde?
Ben “Osmanlıca Eserler İçerisinde Bir Tane Felsefe, Teknoloji, Fen Bilimleri, Mimarlık, Tıp KONUSUNDA GELİŞİM SAĞLAMIŞ BİR ESER BULAMAZSINIZ.” dedim. Aradaki farka dikkat LÜTFEN !!!

Felsefe ile inanç farklı şeylerdir. Din, Felsefe’nin sadece bir kısmını oluşturur. Felsefe bilgelik arayışı, bilgiyi sevmek, araştırmaktır.

Kimsenin Türk Milletinin inancı konusunda şüphesi yok. Zaten Allah İslamiyeti Araplara bıraksaydı şimdi ne hale gelirdi düşünmek bile istemiyorum.

“Öykünmek” sözcüğünü bilmemenize şaşırmadım. Birinin yaptığı gibi yapmak, birine veya bir şeye benzemeye çalışmak, taklit etmek, manasına gelir. Ben bilmediğim kelimeleri Türk Dil Kurumu’nun http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts internet adresindeki Büyük Türkçe Sözlük’ten bakıyorum. Oldukça yararlı tavsiye ederim.

9 yıl, 10 ay     
3 kişiden 3 kişi beğenmiş.

Hey hat! Farklı dilde bir kitabı sevdiren de çeviridir, illet ettiren de çeviri. Romanlarda "çok da mühim" olmayan çeviri sanatı inceleme, araştırma,felsefe,... içerikli kitaplarda can damarı. Resmen çevirmenin tutsağısınız.
Şuan okuduğum Anthony Giddens'in Modern toplumlarda cinsellik kitabı sayesinde de anladım ki bundan sonra çevrimen ve basım evlerinde özellikle dikkat etmem gerekiyor.
Var mı sizide böyle illalh ettiren çeviri mağduru kitaplar.

9 yıl, 10 ay     
3 kişiden 3 kişi beğenmiş.

@ asau arkadaşım çok haklısın. Çeviride sadece kelimelerin değil kelimelerin anlamlarının da çevirmesi gerekiyor çevirmenin. Ünlü İngiliz değişi "kedi köpek yağıyor" u kelime olarak çevirirsen çeviri doğru olur. Ama İngilizce bilmeyen bir Türk için anlamı havada kalır. O deyimi Türkçe'deki "Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor." diye tercüme edersen herkes anlar. Bazı kelimelerin ise Türkçe'de karşılığı olmuyor. Mesela Harry Potter'ın Zümrüdüanka Yoldaşlığını orjinalden okurken "Eggnog" kelimesini araştırmam gerekmişti. çünkü bizde onun karşılığı bir kelime yok.

Çevirileri en güzel yapanlar kendileri de şair ve yazar olanlardır. Çünkü şair ve yazarlar dilin kullanımına ve edebiyata, duyguların sözcüklerle yansıtılmasına, betimlenmesine çok daha yakın insanlardır.

9 yıl, 10 ay     
3 kişiden 3 kişi beğenmiş.

Caine fikir olarak olarak sana katılıyorum. Ama öykünmeye çalıştığın yazı tarzına hiç katılmıyorum. Osmanlıca bir ülkenin bir milletin dili değildir. Osmanlıca denilen yazı dili Arapça, Türkçe ve Acemce kelimelerden oluşur. Yaşayan bir dil hiç olmamıştır. Osmanlıca Ölü Bir Dildir. Osmanlı Padişahları ve okur yazar kısımı Osmanlıca Divan edebiyatı geliştirirken bile Çağatay Türkçesi konuşurlardı. Türkçe'nin gelişememesi zaten bu Osmanlıca merakımız neden olmuştur. Osmanlıca dilini diriltmeye çalışmak bir Mısır Mumyasını canlandırmaya çalışmaya benzer.

Ayrıca anlaşılır, kısa ve gösterişsiz sözcükler kullanılan yazılar ile de inanılmaz derecede felsefi fikirlerde yazılabilir. Ama içeriği zayıf bir yazıyı gösterişli kelimeler ile süslemeye de çalışmak mümkündür.

Divan Edebiyatımız çok güzel eserler içerir ama tümü aşk ve meşk içeriklidir. Osmanlıca eserler içerisinde bir tane Felsefe, Teknoloji, Fen Bilimleri, Mimarlık, Tıp konusunda gelişim sağlamış bir eser bulamazsınız. Gerçekten okunacak eserler Arap bilim adamlarının eserleridir. Özellikle Endülüs'teki Arap Bilim adamlarının çalışmalarını ileri götüren Avrupalılar bir çok icatları başardılar.

Fikirlerine katıldığımı söylemiştim. Kendi dilini bilmeyen kendi dilinde Edebi bir dil kullanmayan insanların yaptığı çeviriler tabii ki tatsız yemek misali olur. Çeviri sadece sözcüklerin bir dilden ötekine çevrilmesi değil, bir kültürün öbürüne çevrilmesidir. Kültürler arasında uzlaşı sağlamayarak kelime kelime çevrilmiş bir eser ağızda tatsız bir his bırakır.

9 yıl, 10 ay     
3 kişiden 3 kişi beğenmiş.

romanlarda tırnak için de çok da mühim olmayan ifadesi aslında bir ironiydi.. elbetteki çeviri türü hangisi olursa olsun kitabın ruhu. hatalı çeviriler bu ruhu hortlağa çevirebiliyor : ) kimse alınmasın lütfen, olur mu: )

9 yıl, 10 ay     
2 kişiden 2 kişi beğenmiş.

Söylediğinize katılmakla birlikte her zaman ayrı etkiyi yapmıyor. Mesela Dostoyevski'nn Karamazov Kardeşler'i ucuz olduğu içi anı sanı duyulmayan bir kitap evinden aldım. Yarıda bırakmak zorunda kaldım. Çevirisinin iyi olmadığını düşünüyordum. Sonra aynı kitabı İş Bankası dan Hasan Ali Yücel çeviri olarak aldım. 200 sayfa okuyabildim. Sonrası yarım kaldı. Aynı olayı Halide Edip'in Sinekli Bakkal'ında da yaşadım. Bazen ne çeviri ne kadar iyi olursa olsun kitabı yarım bırakabiliyorsunuz.(Benim tarzımla ve kişiliğimle ilgili de kitapları yarıda bırakmış olabilirim). :D

9 yıl, 10 ay     

Bu yorum silinmiş

2 kişiden 2 kişi beğenmiş.

Çeviri gerçekten bir kitabı okurken çok farklı yerlere çekebiliyor insanı. İngilizceye hakim olduğum için çoğu kitabı orijinal dilinde okuma şansım oluyor (temin edebildikçe) aynı kitabın çeviri halini okuduğumda bazen aynı etkiyi yaratmadığı oluyor bu da diller arası kelime boşluklarından kaynaklanıyor. Sanırım yapılabilecek en iyi şey çevirmeni araştırmak öncelikle en azından klasikler için yayın evi seçme şansımız oluyor bunu göz önünde bulundurarak yayınevi seçebiliriz.

9 yıl, 10 ay     
3 kişiden 2 kişi beğenmiş.

Tueblue Benimde sizin fikirlerinize katıldığım yerler var, katılmadığım yerler var. Bunlardan, bakış açısıyla alakalı olanlara sözüm yok lakin bazı noktalarda azim bilgi yanlışlarına düştüğünüzü gördüm. Haddim olmayarak aziz Türk milleti adına size cevap vereceğim. Zira bahsettiğimiz mevzular şahıslarla değil, binlerce yıldır mevcudiyetini ve şahsiyetini devam ettiren medeniyetimizle alakalıdır.

İlk olarak ölü bir dildir diye tavsif ettiğiniz Osmanlıca diye bir dil tarihin hiçbir safhasında mevcud olmamıştır ki ölüdür veya diridir diye hakkında hüküm verilebilsin. Türk milletinin tek bir dili olmuştur o da Türkçe’dir. Osmanlı, Türk milletinin devlet-i ebed-müddet geleneğinin kemal safhasında gelmiş bir hanedan ismidir. Dünya tarihinde bana bir dil gösterin ki o dil hanedan ismiyle anılır olsun. Osmanlıca var olursa pekala Selçukluca, Karahanlıca, Memlükce diye diller de vardır diyebilmeliyiz. Mesela Arapça için zamanında bu milleti idare etmiş olan hanedan isimleri verilerek Emevice, Abbasice denildiğini işittiniz mi? O zaman dilimiz Türkçedir ve kıyamete kadar da öyle kalacaktır.

Türkler imparatorluk sahibi olma nimetine erişen birkaç milletten birisidir. İmparatorluk sahibi milletlerin karnı geniş olur. İhtiyaç gördüğü şeyi alır ve onu kendi kültüründe yıllarca yoğurarak kendine mal eder. İmparatorlukların hareket tarzı dar görüşlü ve bulunduğu havzadan hiç çıkmayan korkak milletlerin hareket tarzı ile mukayese edilemez. Türkler sadece toprakları değil, gönülleri de fethettiler. Bunun tabii bir neticesi olarak da kelimeleri ve manaları da fethettiler. Bu sebepledir ki Türkler gayet vakur bir şekilde Arapça, Farsça, Rumca, Çince vs. dillerden kendilerinde eksiklik gördükleri tarafları tamamlamışlar ve bundan gocunmamışlardır. Bir dil için Arapça, Farsça ve Türkçe’ den mürekkeptir demek kelimenin tam manası ile safsatadır. Dili dil yapan kelimelerin ırki mensubiyetleri değil telaffuz şekli ve cümle kurma şeklidir. Bu yüzden ecdadımız Arapça ve Farsça kelimeleri olduğu gibi kullanmamışlardır, onları Türkçeleştirmişlerdir. Binlerce misali var zikredecek değilim.

Sanırım İngiliz dilini biliyorsunuz. Bilmem denk geldiniz mi İngilizlerin “Bahtiyardır o İngilizce ki onda bütün dillerden kelime vardır” manasında bir sözleri var. Demek ki dile kelime kazandırmak iftihar kaynağı olmalıdır.

Bir diğeri bugün bile yazı dili ile konuşma dili arasında fark hangi dilde yoktur? Şiir, makale, roman, hikaye gibi edebi eserleri bakkaldan alışveriş yaparken ki kelimelerle mi kaleme alıyoruz? Öyle yapıyorsak yanlış yapıyoruz. Bugün dekanın, profesörün, bilim adamının, diplomatın, hakimin kaleme aldığı yazılar bütün halk tabakasını muhatap alarak mı yazılıyor veya öyle yapılıyorsa bile bütün halk tabakası tarafından anlaşılıyor mu? Osmanlı, Selçuklu, Karahanlı, Gazneli zamanında da hal bundan farklı değildir. Müderrisin, muharririn, muallimin kelamı daha zengindir ve öyle olmalıdır. Zira biz günlük ihtiyaçlarımızı ifade etmek için değil, dünyayı idare etmek için söz söylüyoruz. Biz ibtidai seviyede bir kabile lisanı kullanamayız.

Türkçe’nin gelişememe diye bir durumu yoktur. O yüzden sebep de zikredilmez. Ecdad bize en ince his ve fikirleri dahi yazıya ve konuşmaya dökebilecek vasıfta bir dil bırakmıştır. Kullanmazsak kendimiz kaybederiz, gelecek nesiller kaybeder. Diğer dünya lisanlarını görünce aşağılık psikolojisine kapılırlar. Malum Ali Şir Nevai Türk lisanının Acem dilinden üstün olduğunu ispat etmek için Mukametül Lügateyn isimli bir eser telif etmiştir. Bende diyorum ki Ali Şir Nevai Türk dilinin sonraki asırlarda kesbettiği fesahatı, belağatı görmüş olsaydı Türkçenin Arapçadan üstün olduğunu iddia ederdi.

Ama bugün Türklerin dil bakımından zayıf olmasının en büyük amili Kemalist inkilaplardır. Harf inkilabı, arı dil, güneş-dil nazariyesi derken lisanımızı batağa sapladılar. Lisan meselesini siyasete alet ettiler. Sanki Türkçe babalarının çiftliği imiş gibi cebren tasarrufta bulundular. Kısır Türkçe bilgisine onlar sebep oldular. Türkçemiz lügatlerde kaldı diye fatura Osmanlıya kesilemez. Bu hususta iki tarafında(zira tarafsız eser bulamazsınız, “bi-taraf olan bertaraf olur” diye bir kibar-ı kelamımız vardır) yani lisan inkilabını destekleyenlerinde şiddetle muhalefette bulunanlarında iddialarını dinleyiniz. Tarih hükmünü verdi, siz de kendi hesabınıza hükmünüzü verin.

Ve yine size soruyorum madem ki Osmanlı zamanında kullanılan Türkçe millete değilde mezkur eşhasa aitti(padişahlara, saray mensuplarına ve alimlere diyelim) nasıl oluyor da Osmanlı İmp.’nun izmihlalinden 70 küsur yıl sonra dünyaya gelmiş olan ve pek çok açıdan bilgi fakiri olan ben önceki yazımda istimal ettiğim kelimelerle sizin nazar-ı dikkatinizi celbedebildim?

Biz demiyoruz ki herkes Kemalpaşazade veya Ebussuud Efendi gibi şeyhülislamların veya Naima, Peçevi gibi vakanüvistlerin veya Nabi, Nef’i gibi şairlerinin dilini bilmelidir veya konuşmalıdır. Lakin Yahya Kemal, A.Hamdi Tanpınar,Samiha Ayverdi’ nin dili de anlaşılmayacaksa bırakalım hepi topu 8500 küsur kelime bulunan Divan-ı Lügatit-Türk Türkçesi ile konuşalım. Bu mudur terakki, böyle mi olur inkişaf?

Divan edebiyatı hakkında ki fikriniz de pek garip. Hep aşk meşk gibi gayet yavan bir ifade kullanmışsınız. Zannediyorum ki bu düşünceniz aşk hakkındaki yetersiz tefekkürünüzden kaynaklanıyor. Ekseri kimselerin yaptığı gibi beşeri-ilahi diye aşkı tefrik edip hepsi birbirinin kopyası olan sözler söylemeyeceğim. Aşk vardır, parçalanamaz, sınıflandırılamaz, sınırlandırılamaz. Bizim anlamadığımız nokta aşk değil, tecellisi çeşit çeşittir. Yani aşık tekmil kainata, insanlara, hayvanlara, bitkilere, suya, havaya, ateşe, toprağa, taşa aşk penceresinden bakan adamdır. Medeniyetimizi imar ve inşa eden şairlerimizi kainatın yaratılma sebebi olan aşktan, hissedar oldukları kadar, kelimelerin kudreti yettiği kadar bahsettikleri için tenkid edip yermeli miyiz?

Sizi bilmem ama benim ecdadımın pek çoğu aşık kimselerdi. Kimi bunu adil idaresi ile izhar etti, kimi at üstünde bin atlı akınlarda elinde kılıçla, kimi şiirle, kimi tezhiple, kimi inşa ettiği cami, medrese, çeşme ile kimi musiki aletleri ile, kimisi de (benim de en sevdiğim ve aşıklar tarafından ulaşılmak istenen kemal noktasıdır) susarak izhar etti. İşte medeniyet dediğin böyle olur. Bir maksat bin farklı yol…Bu şair aşıklardan birisi şanlı Fuzuli bakın aşkı nasıl tarif ediyor:
İlim kesbiyle paye-i rif’at
Bir hayal-i muhal imiş ancak
Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kıyl ü kal imiş ancak
Yani bizzat divan şiiri hayatın ta kendisinden bahseder. Kainattan, onun zübdesi olan insandan, hak ve hakikatten, hikmetten bahseder.
Bir başka yanlışınız Türkçeyle yazılan tıp, astronomi, mimari,fen bilimleri,teknoloji kitapları yoktur demenizdir. Bildiklerim var, bilmediklerim var. Bu mevzu da Osmanlı müelliflerini anlatan eserler mevcuttur. Bakılır var mıdır yok mudur ortaya çıkar. Fakat iş felsefe olursa milletim adına birkaç şey söylemezsem olmaz.

Türk milleti ezelden beri imana sahip bir millettir. Fetret devirleri olmuştur. Fakat kısadır ve mevzumuzun dışındadır. Abbasi devletinden beri Resullullah Efendimizin Cenab-ı Hakk’ın katından getirip tebliğ ve tebyin ettiği umdelere sıkı sıkıya bağlanan ve Allah’a şükür kahir ekseriyeti doğru yoldan asla ayrılmayan Türk milletidir. Felsefe bana göre akıl vasıtasıyla Hz. Allah’ı bulma gayretinden başka bir şey değildir. Fakat bizzat filozof sözü: Her arayan bulamaz. Öyleyse bizim felsefeye ihtiyacımız yoktur. Biz Müslüman Türkler dinimizin esaslarını hayatımızın bütün merhalelerine tatbik ettik ve dünyaya hükümran olduk. Allah(c.c)’ nün ismini insanlara duyurmak için can verdik yine veririz, kan döktük yine dökeriz. Nizam-ı alemi temin meşgalemiz arasında felsefi eserler veremedik diye zinhar sızlanmayız. Bizim felsefe ile ilişkimiz filozoflara reddiye yazmaktan ibarettir. Fakat meydanı tamamıyla boş bırakmış da değiliz elhamdülillah. Ciltlere sığmayan reddiyeleri bakın bir divan şairimiz nasıl izah etmiş:

Bin safsata bir mısra-i bercesteye değmez
İndimde esatir-i (E)Felatun hezeyandır. Yenişehirli Avni Bey

Atamızı tanır, mukeddesatımıza sahip çıkarsak, tekrar şahsımıza münhasır karakterimize bürünürsek alemde rakibimiz yoktur. Bu iş Batı mukallitliği ile olmaz. Vesselam…
*Cehaletime verin “öykünmek” diye bir kelime kullanmışsınız ne demektir?

9 yıl, 10 ay     
« geri 1 2 3
Bu gruba katıl!
Grup Kütüphanesi
Tüm Gruplar