Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Merhaba.
Bu hafta antolojideki 11. öykü olan Şafak öyküsünü konuşabiliriz. Önce her zamanki gibi yazarı tanıyalım, sonra öykü üzerine konuşabiliriz, bir biyografi yazısı kopyalıyorum buraya:
"1873’te Güney Fransa’da bir taşra kasabasında doğan Sidonie Gabrielle Colette, İçtenlikle yazdığı kitaplarıyla dönemin New Yorklu erkeksi kadın imgesini yerle bir eder. 1893’te ünlü yazar Henri Gauthier Villars ile evlenerek Paris’e yerleşen Colette ilk kitaplarını eşinin adıyla yayımlar. . Bu kitaplar ile çok kısa bir süre içinde ün sağlayan yazar, “Claudine” dizisini meydana getirir.(1900-1903). Genellikle aşk ilişkilerini, onları besleyen cinsel uyum güzelliklerini, arada kıskançlık bunalımlanyla tutkuya dönüşen duygusal saplantıları açıklık ve içtenlikle, edebiyat değerini elden kaçırmadan ustalıkla işledi.1906’da kocasından boşandı ve oyunculuğa başladı. Bir yandan edebiyatla olan ilişkisini de sürdürdü.
Erkek egemen bir dünyada kadınların yaşadığı aşk acılarını, kadın cinselliğini, fahişeleri ve kadınlar arası aşkı anlattığı romanlarıyla Colette; sadece erkekler arasında yaşandığı zannedilen ‘entelektüel kadın dostluğunu ve sevgisini’, modern anlamda ‘lezbiyen cinselliğinin belirleyicisi olan aşka’ dönüştürerek, eski Yunan’dan günümüze taşır. İkinci defa olarak Henri de Jouvenel ile evlenen Colette, Birinci Dünya savaşı sırasında gazeteci oldu, ama edebiyat çalışmalarına ara vermedi Şair Francis Jammes. Colette’i şöyle anlatır: Canlı bir kadın, kısacası… doğal olmak cesaretini gösteren bir kadın.
Genç bir teğmene duyduğu aşk nedeniyle kendi kişiliğini bulan revü şarkıcısı “Mitsou” ve zengin bir hayat kadını olan annesinin bir arkadaşıyla dostluk kuran üçkağıtçı “Cheri”nin yaşamını anlattığı romanlar, yazarın olaylar karşısındaki yüzeysel değerlendirmelerine ışık tutacak niteliktedir. Muhafazakâr eğilimlerin ağır bastığı 19. yüzyıldan 20. yüzyıl modernitesine geçiş döneminde yaşar ve bu geçişin sosyal, kültürel ve ekonomik hayattaki değişimlerini romancılığına yansıtarak, tarihsel mizojiniyi alt eder. Genç bir erkek ile genç bir kadının, kıskançlık üzerine kurulu hikâyelerini anlatan Dişi Kedi (1933) adlı romanı ise, kadın erkek ilişkisinin dehlizlerini aydınlattığından büyük ilgi görür. 1920’lerde muazzam bir üne kavuşan yazar, yıldızlığının doruğa ulaştığı 30’larda, Belçika Kraliyet Akademisi’ne üye olarak kabul edilir. Ardından da, Goncourt Akademisi’ne dahil edilen ilk kadın yazar olur. Romanın yanı sıra şiir ve resimle de ilgilenen Colette, ikinci kocasından da boşanır ve 1935’te Musevi bir işadamı olan Maurice Goudaket ile evlenir.
Hiçbir zaman politik bir devrimci ve feminist olarak kabul edilmese de kendini, son anısını yazdığı Blue Lantern’de (Mavi Fener) ‘erotik bir militan’ olarak tanımlar. Militanlığı, yaşamda sanat biçimini alan yazar; tutkunun normatif standartlarına ve bedensel egemenliğin içindeki tüm duygusallığa karşı durur. İlk romanlarından itibaren, “Gerçek umudumu nasıl özgür bırakırım?” sorusunu sorar Colette. Arzunun peşinden giden ve bedenine boyun eğen bir kadınla, ondan kaçmak isterken ‘bu inatçı canavar’ dediği kadının verdiği keyiflerden kurtulamayan bir diğer kadını anlatır. Bu, arzu ve erdem arasında ikiye bölünmüş kadın bedeni Colette için, genellikle kadının üstünlük sağlayacağı, bir keyif unsuruna dönüşür romanlarında. İncil’den referanslarla dolu olan anlatımıyla, kadın cinselliğini ve bedeni yeniden kutsar. Saflık ve ahlak dışılık, Colette’de Hıristiyan değerleriyle birlikte yer alır, ancak bu kavramları kendi pagan terminolojisine göre yorumlar.
Saflık kelimesinin anlamını bilmediğini yazar bir yazısında ve “bana göre saflık, saklanmayandır” der. Romanlarına konu olan dönem kadınları; çalışarak kendi geçimlerini sağlayan, bazen restoranlarda tek başına yemek yiyen ve kız kıza içki içen, para işlerinden anlayan terzi kızlar ve müzikhol yıldızlarıdır.
Burjuva dünyasının dışında, kendinden bir parça bulduğu modern dünyanın ‘emekçi, yoksul ve acılı kadınıdır’ karakterleri. Burjuva kadınlarının kıstırılmış bohem hayatlarının ötesinde; gerçek özgürlükleri, cesaretleri ve tuhaflıklarıyla maddi bağımsızlık için mücadele veren kadınları anlatır. “Yeşil Başaklar” ve “Kediler” adlı romanlarında ise aşk ilişkilerini, özellikle de kadınların duygu dünyasını çevre ve yaşam koşulları içinde ince bir duyarlılıkla ele alan yazar 1954’te Paris’te yaşamını yitirmiştir.
Fitzgerald’dan, Jean Genet ve ünlü feminist kuramcı Julia Kristeva’ya kadar birçok yazarı büyüleyen Bir yazardır Colette.. 1900’lü yılların başında “Claudine Okulda”, “Claudine Paris’te”, “Claudine Evli”, “Claudine Gidiyor” adlı kitapları çıkardı. Sözü edilen bu kitaplarda yaşamı tanımaya çalışan akıllı bir kadının çocukluğunu, gençliğini ve evliliğini anlatır. Dört kitabında ortak kahramanı olan Claudine’ın, özgürlüğünü kazanmaya çabaları burjuva toplumu fazla irdelemeden erotik bir sonla noktalanır. Yazdıklarıyla kendi yaşamını temel olarak ortaya koyan Gabrielle Sidonie Colette, gerek “Claudine’ın Evi” gerekse “Sido” adlı romanlarında kendi çocukluğunu, yaşadığı memleketin özelliklerini ve annesini anlatır." https://sanatkaravani.com/edebiyatin-aykiri-kadini-colette/