1872 yılında Londranın Burlington semtindeki bir konakta Fileas Fogg adında bir centilmen oturuyordu. Bu adam dikkati çekecek bir şey yapmamaya gayret ediyordu. Ama yine de Londradaki Reform Kulübünün en ilgi çeken üyesiydi. Böyle esrarengiz bir centilmenin bu ünlü kulübe üye olmasına şaşanlar da bulunabilir. Fakat onun kulübe üye olmasını banker Baring Kardeşler sağlamışlardı. Bay Foggu kulübe onlar tavsiye etmişlerdi. Adamın para işlerine Baring Kardeşler bakıyorlardı. Onun büyük bir serveti vardı ve hesaplarına dikkat edip, borçlarını günü gününe ödemesi de lehine bir durumdu tabii.(Kitabın Girişinden)
1872 yılında Londranın Burlington semtindeki bir konakta Fileas Fogg adında bir centilmen oturuyordu. Bu adam dikkati çekecek bir şey yapmamaya gayret ediyordu. Ama yine de Londradaki Reform Kulübünün en ilgi çeken üyesiydi. Böyle esrarengiz bir centilmenin bu ünlü kulübe üye olmasına şaşanlar da bulunabilir. Fakat onun kulübe üye olmasını banker Baring Kardeşler sağlamışlardı. Bay Foggu kulübe onlar tavsiye etmişlerdi. Adamın para işlerine Baring Kardeşler bakıyorlardı. Onun büyük bir serveti vardı ve hesaplarına dikkat edip, borçlarını günü gününe ödemesi de lehine bir durumdu tabii.(Kitabın Girişinden)
Yanılmıyorsam okuduğum ilk roman buydu ve Verne'ün hayal gücüne hayran kalmıştım. Zamanının ilerisinde bir zekanın ürünü...
sevmiştim kitabı, ama daha sonrasında kendi 80 günde devri alemimi kendim hayal etmiştim
O zamanlar bütün kaptanların ismi Nemo'ydu ve elime ne zaman bir fener geçse "Dünyanın Merkezine Yolculuk" edeceğimi sanırdım. Bütün batık gemilerin fethedilebileceğini düşünür, odama vuran kırık gün ışığından sıkıldığımda "Balonla Beş Hafta" evden kaçabileceğimi kurardım. yan yana dizilmiş kelimelerden ibaret cümleler öylesine gerçek olurdu ki "Çin'de Bir Çinlinin Başına Gelenler"i okurken o sonsuz uzun Çin Seddi'nin sonsuz çekik gözlü Çinliler tarafından değil de küçücük ellerimle inşa edildiği hissine kapılırdım. Phileas Fogg adındaki İngiliz asilzadesi, gamsız bir hevesle "80 Günde Devrialem"e çıkarken yanına mahir elli Passeportaut'u almazdı da heyecandan belerttiğim ufacık gözlerimle beni seçerdi nedense. O gururlu ve burnu büyük asker Godeon Spilett, "Esrarlı Ada"da yaşama mücadelesi verirken açlığımı ve susuzluğumu unutur, gerçek dünyayla aramdaki tek bağ olan annemin yer yer sigaralı, yer yer dondurmalı sesiyle o kocaman adadan mütevazı soframıza süzülürdüm.
Benim için Jules Verne, hiç bitmeyen heyecan dolu gecelerin, okulda uyuklamayı göze alarak sabahlanan hikâyelerin, denizlerin, Ay'ın, Dünya'nın, adaların, uzay mekiklerinin ve keşfedilmeyi bekleyen koca bir evrenin anahtarıydı. O kutlu zamanlarda hiçbir hediye, okunmamış bir Jules Verne kadar mutlu edici olamazdı ve hiçbir kitap Jules Verne'den önce okunma bahtına erişemezdi. Onun romanlarını okurken kalbim öylesine hızlı atar, ellerim öylesine ıslanırdı ki avuç içimin terden bir kopyası yorganımın yüzüyle mutlu bir kardeşlik kurardı. Çocukluğumun erişilmez menzili Jules Verne, hiçbir uykuya değişmeyeceğim yegâne uykusuzluğumdu.
Bazen düşünüyorum da, bir kez olsun o yaşlardaki heyecanımla ve yine kitap bitip kafamı kaldırdığımda nerede olduğumu birkaç dakika kavrayamadan tek bir Jules Verne romanı okuyabilmek için sahip olduğum her şeyi hiç düşünmeden feda edebilirim. O keyif buna değer!
Ağzım açık okumuştum , merakla , sayfalarını heyecanla çevirdiğimi hatırlıyorum. Okumazsanız fazla şey kaybedersiniz.
küçüklüğümde okuduğum eğlenceli bir maceraydı. küçük kitap kurtlarına tavsiyemdir :)