Bu keyifli kitap, servet içindeyken sonsuz ihtirasları ve tuhaflıkları yüzünden rahata kavuşamayan Ali Nizami Beyin her şeyini yitirdikten sonra Bektaşi şeyhliğine soyunup huzur buluşunu anlatan bir uzun hikaye. Hisar yine insanın içine işleyen traji-komik bir hayatı anlatıyor... TADIMLIKDaha, Ali Nizamî Bey giyim, kuşam meraklısıydı.Bütün esvaplarını Mirden ısmarlar, bütün boyunbağlarını da Mirden alırmış.Hele, bastonlarının bazıları sokakta kullanılmayacak kadar kıymetli maddelerden yapılmış olur, yahut, böyle sapları bulunurmuş. Bazısı yekpâre bir fildişinden yontulmuş olduğundan daha kıymetli sayılırmış. Bazısının topuzları çeşm-i bülbülden, bazısının bir elma büyüklüğüne yakın altındanmış. Bazılarının kıymeti tarihte meşhur bazı şahsiyetlere ait olmalarından gelirmiş. Yine bunların bazısı çocuk yahut cüce bastonlarına benzer, o kadar ince ve kısa olur, bazısı baston gibi başlamışken bir kırbaç gibi biter, bazılarının uçlarında ele veya kola takılmak için renk renk kordonlar bulunur, bazısının saplarından fiyanglu kurdelalar sarkarmış. Bunlar da travesti ve maskeli balo bastonlarıymış. Böylece onun sokakta kullanılmaktan ziyade, evde teşhir edilecek, müzelik bir baston koleksiyonu varmış. Ancak, bu merakına rağmen, bazen, hiddetini yenemeyerek, bu tarihi bastonlardan birini kendisini öfkelendiren adamın sırtında kırdığı da olurmuş!Fakat, Ali Nizamî Beyi bütün bu muhtelif merakları içinde galiba en çok saran ve bütün ötekilerini bastıran merakı, her nedense, ayakkabı, yani her türlü kundura, potin, iskarpin, çizme ve terlik merakıydı. Hep Beyoğlunun meşhur kunduracısı Héralde yaptırdığı, şıklığı dillerde dolaşan bu ayakkabılarından, hanımlar, âdeta, hususî serinde yetiştirdiği orkidelerinden bahseder gibi söyleşirlerdi.Hiç unutmam, onun büyük yatak odasında bir duvarı yarı yarıya kaplayan kocaman bir esvap dolabının kapağı önümde ilk açıldığı gün, alt rafında, iki sıra olarak, yan yana belki kırk çift, belki kırk çiftten de fazla ayakkabının sıralanmış olduğunu hayretle görmüştüm.Bunlar çeşit çeşitti. Bazısı büsbütün yeni, bazısı biraz eskimişti. Kimisi küçük, kimisi büyük gözüküyorlardı. Bazısı yandan sıra düğmeli ve yarım çizme gibi yüksek potinler, bazısı ayak hizasına varacak kurdelalı, kordonlu açık iskarpinler, bazısı hemen diz kapaklarına yaklaşacak, ötekilerin yanında dev gibi görünen çizmeler, bazısı topuksuz ve arkaları basık ev terlikleriydi.Bunların hepsi de başka başka derilerden, meşinlerden yapılmıştı. Kimi ruganî, kimi lustrin. Hepsi de ayrı ayrı kumaşlarla kaplıydı. Kimi podösüet, kimi kadife. Bazısının üstleri kadınların giydikleri canfes gibi ince bir kumaştandı. Bazısının üstünde fantezi yeleklerde görülen sadef ve renkli düğmeler, bazısında fiyonga olmaya hazır kurdelalar, bazısında ince kordonlar, bazısında kemerdekileri hatırlatan tokalar vardı.Bunların bazısı simsiyah, bazısı bembeyazdı. Ve açık sarımtrak renklerle koyu kırmızımtrak renkler arasında her çeşitten olanları vardı. Bir tanesi şamfıstığının içi gibi açık fıstıkiydi. Bir tanesi de yemyeşilmiş amma bunu Ali Nizamî Bey, bir kere giydikten sonra annesinin hatırı için bir daha giymeye tövbe ederek kaldırtmış. Bazısı da yanındakilerin hepsinden ayrı kalan menevişli renklerdeydi, janjandı.Belliydi ki, bütün bu ayakkabılar her an değişen isteklerimize, niyetlerimize, hesaplarımıza, hüviyetlerimize hizmet edebilmek üzere bütün mevsimlerin günleri ve geceleri için ve bu günlerin, gecelerin de ayrı ayrı zamanları ve saatleri için hazırlanmıştı. Hepsi de kendi vakitlerinin sırasını bekliyor gibiydi. Bu, üstleri açık, sağlam yapılı iskarpinler uzun yollarda yürümek için, bu yandan düğmeli potinler, yol halıları üstünden resmî ziyaretlere gitmek için, bu ruganî iskarpinler danslı suarelere iştirak için, bu çizmeler ata binerek ava gitmek için ve bu ökçesiz terlikler de bütün bu şeylerden vazgeçerek hepsini terkedince akrabalarımızın müsamahalarına benzeyen evlerimizde, talihimizin yuvalarına benzeyen bizimle yüzgöz olmuş odalarımızın rahatına kavuşmak içindi.Bunlara uzaktan bakılınca çokları bir şahsiyet ve hüviyet sahibi görünüyordu. Bazısı, vücutları ince, kıvrak gençlere, bazısı artık yaşlanmış, yıpranmış, burkulmuş ihtiyarlara benziyor, bazısının okumuş, hattâ çok bilmiş, bazısının, beceriksiz, pısırık bir halleri oluyor; bazısı zarif ve gösterişli insanlar gibi hazır ve yerliyerinde duruyor, bazısı hödük insanlar gibi küt bir edâ ile kalıyordu. Bazısı hamarat, yürümek, koşmak arzusuyla neşeli, bazısı tembel, yorgun ve dinlenmek ihtiyacıyla mıhlanmış görünüyor; bazısı resmî, kibar, sadakatli, vefalı yüzler taşıyor ve bazısı ise mutavassıt ve âdi insanlar gibi, birbirinden farksız ve şahsiyetsiz gözüküyorlardı.Ve her çiftin, komşusu bulunan çift yanında, kendine mahsus bir duruşla aldığı, takındığı bir eda vardı ki bu, tıpkı bir çift göz gibi, kendine hususî bir mâna vermiş oluyordu. Bütün bu çiftler kâh yan yana durduğu, kâh araları açılmış gibi biraz aralık kaldığı için, bu duruşları da hususiyetine göre onlara birer mâna kazandırıyor ve bu hallerinden hepsinin de ya bir duruş, bekleyiş yahut da bir yürüyüş, gidiş şekli almış oldukları gözüküyordu. Bazıları zarif ayaklar gibi, topukları bir hizada birleşik, uçları birbirinden ayrılmamış, bir nezaket ve zerafet edasıyla, sanki yürüyen iki ayak üstünde gibi duruyordu. Ekserisi rabıtalı, intizamlı bu çiftlerin muntazam dizileri arasında bazı çiftler de, hele bir tanesi, yanındakine sarahaten arkasına çevirmiş, tamamen kaba ve saygısız bir adama benziyordu. Nihayet dolap içinde beraberce görülen bu çiftler birbirleriyle çoktan bağdaşmış ve anlaşmış hissini veriyordu. Bazıları sanki baş başa vermiş de görüşüyor, bazıları sanki kendi halinde, başını almış da geziniyor, bazıları gûya gezmiş oldukları yerlerden, geçmiş oldukları muhitlerden, görmüş oldukları âlemlerden bahisle birtakım ahkâm kuruyor, kimi, hikâyeler anlatıyor ve kimi de maval okuyor gibiydi.Onların böyle yan yana seksen ayak gibi, sessiz bir ordu halinde, Ali Nizamî Beyin gösterişli yürüyüşlerini hatırlatan, öyle bir adım atış halleri vardı ki, bunu görünce gülmemek mümkün olmuyordu.
Bu keyifli kitap, servet içindeyken sonsuz ihtirasları ve tuhaflıkları yüzünden rahata kavuşamayan Ali Nizami Beyin her şeyini yitirdikten sonra Bektaşi şeyhliğine soyunup huzur buluşunu anlatan bir uzun hikaye. Hisar yine insanın içine işleyen traji-komik bir hayatı anlatıyor... TADIMLIKDaha, Ali Nizamî Bey giyim, kuşam meraklısıydı.Bütün esvaplarını Mirden ısmarlar, bütün boyunbağlarını da Mirden alırmış.Hele, bastonlarının bazıları sokakta kullanılmayacak kadar kıymetli maddelerden yapılmış olur, yahut, böyle sapları bulunurmuş. Bazısı yekpâre bir fildişinden yontulmuş olduğundan daha kıymetli sayılırmış. Bazısının topuzları çeşm-i bülbülden, bazısının bir elma büyüklüğüne yakın altındanmış. Bazılarının kıymeti tarihte meşhur bazı şahsiyetlere ait olmalarından gelirmiş. Yine bunların bazısı çocuk yahut cüce bastonlarına benzer, o kadar ince ve kısa olur, bazısı baston gibi başlamışken bir kırbaç gibi biter, bazılarının uçlarında ele veya kola takılmak için renk renk kordonlar bulunur, bazısının saplarından fiyanglu kurdelalar sarkarmış. Bunlar da travesti ve maskeli balo bastonlarıymış. Böylece onun sokakta kullanılmaktan ziyade, evde teşhir edilecek, müzelik bir baston koleksiyonu varmış. Ancak, bu merakına rağmen, bazen, hiddetini yenemeyerek, bu tarihi bastonlardan birini kendisini öfkelendiren adamın sırtında kırdığı da olurmuş!Fakat, Ali Nizamî Beyi bütün bu muhtelif merakları içinde galiba en çok saran ve bütün ötekilerini bastıran merakı, her nedense, ayakkabı, ... tümünü göster
68 sayfa