Kendimi bildiğim yaşlarda, İstanbul-Kurtuluşta oturuyorduk. Dışarıda II. Dünya Savaşı vardı. Halk, genel olarak siyaseti bildiğini zannetse de Türk Devlet adamlarına duyulan güven, şimdikinden çok fazlaydı. Devlet, baba görünümünde idi. Devlet, üniversite yurtlarında palto verirdi. Devletin Cibalide tütün, Beykozda kundura fabrikaları vardı. Evlerin arka bahçeleri vardı. Bu bahçeler, arka sokağın bahçeleri ile duvar komşusu olduğundan, biz Çobanoğlu sokağı sakinleri, aynı zamanda Kuyulubağ sokağı ile de komşu olurduk. Cumartesi günleri tatil değildi. Biz öğrenciler ve memurlar için cumartesi yarım gündü. Pazar sabahları, babam pijamasının üzerine robe de chambre alır ve aynı şekilde giyinmiş Saim Bey ve Nuri Bey ile Sabah şerifiniz hayr olsun şeklinde bahçe selamlaşmaları olurdu. O devir İstanbulunda Kısıklıda Aziz Mahmut Hüdayi devrinden kalan ağaçlar dururdu.Yukarı Göztepeyi ağaçkakanlar, Bebek, Levent, Baltalimanı ve İstinyeyi bülbüller ziyaret ederdi. 1960lı yıllar bitinceye kadar, bir kar yağmaya görsün adını bilmediğimiz kuşlar ekmek kırıntısı aramak için, evlere sokulurlardı. Bahçedeki karları kürer ve onlara ekmek ufalardık. 1960lı yıllar sonuna kadar İstanbulun hemen bütün semtlerinin göklerinde çaylak sürüleri dolaşır. Gökyüzünde serçeleri kovalar, onlara çığlık attırırlardı. İstanbul halkı sık sık meslek değiştirmezdi. Saka (sucu) saka olarak yaşar ve ölür, muslukçu Kirkör veya Lefter ustalar aynı şekilde yaşar ve ölürdü. Yoğurtçular 1960lı yıllar bitinceye kadar omuzdan askıyla taşınan yoğurt kapları ile Silivri yoğurdu gaymaah bağırışlarıyla geçerlerdi. Denizler kirlenmemişti. Deniz rengi grimsi yeşil veya kırmızımsı yeşil değil, çivit mavisi idi. Gazetelerde yer alan bir cinayet haberi, günlerce konuşulur, bir iki gün içinde de (aşk cinayeti ise) bir ağıt uydurularak saman kağıdına basılır ve Kadıköy, Haydarpaşa, Üsküdar vapurlarında destan adı verilen şarkı güfteleriyle birlikte bu ağıtlar satılırdı. Türkiye basınının kalbi de Cağaloğlunda (Babıali) atardı. 1970li yıllar bitinceye kadar bu böyle sürdü. Kısacası bu şehirde ihtiyarlamış bir yazarın İstanbul ağıtıdır bu yazdıklarım.
Kendimi bildiğim yaşlarda, İstanbul-Kurtuluşta oturuyorduk. Dışarıda II. Dünya Savaşı vardı. Halk, genel olarak siyaseti bildiğini zannetse de Türk Devlet adamlarına duyulan güven, şimdikinden çok fazlaydı. Devlet, baba görünümünde idi. Devlet, üniversite yurtlarında palto verirdi. Devletin Cibalide tütün, Beykozda kundura fabrikaları vardı. Evlerin arka bahçeleri vardı. Bu bahçeler, arka sokağın bahçeleri ile duvar komşusu olduğundan, biz Çobanoğlu sokağı sakinleri, aynı zamanda Kuyulubağ sokağı ile de komşu olurduk. Cumartesi günleri tatil değildi. Biz öğrenciler ve memurlar için cumartesi yarım gündü. Pazar sabahları, babam pijamasının üzerine robe de chambre alır ve aynı şekilde giyinmiş Saim Bey ve Nuri Bey ile Sabah şerifiniz hayr olsun şeklinde bahçe selamlaşmaları olurdu. O devir İstanbulunda Kısıklıda Aziz Mahmut Hüdayi devrinden kalan ağaçlar dururdu.Yukarı Göztepeyi ağaçkakanlar, Bebek, Levent, Baltalimanı ve İstinyeyi bülbüller ziyaret ederdi. 1960lı yıllar bitinceye kadar, bir kar yağmaya görsün adını bilmediğimiz kuşlar ekmek kırıntısı aramak için, evlere sokulurlardı. Bahçedeki karları kürer ve onlara ekmek ufalardık. 1960lı yıllar sonuna kadar İstanbulun hemen bütün semtlerinin göklerinde çaylak sürüleri dolaşır. Gökyüzünde serçeleri kovalar, onlara çığlık attırırlardı. İstanbul halkı sık sık meslek değiştirmezdi. Saka (sucu) saka olarak yaşar ve ölür, muslukçu Kirkör veya Lefter ustalar aynı şekilde yaşar ve ölürdü. Yoğurtçular 1960lı yıllar bitinceye kadar o... tümünü göster