1095 yılında Papa II. Urbanus, Müslümanlara karşı bir Haçlı Seferine girişti; bütün krallar, prensler ve lordlar bu din savaşına katıldılar. Babası ve kardeşleri Kudüsü Müslümanlardan geri almak için yola çıktığında, Murdo Ranulfasona da, geride kalıp ailenin topraklarını koruma görevi düştü. Ancak, açgözlü kral ve yozlaşmış din adamları Murdonun baş düşmeni kesilip mülklerine el koyunca, onun da babasını bulmak için Kudüse doğru yola çıkmaktan başka çaresi kalmayacaktı... Demir Mızrak, bir iskoç ailesinin Haçlı Seferleri sırasında var olma mücadelesine paralel olarak, gizli törenleri insanlık tarihini bin yıl boyunca şekillendirecek gizemli bir örgütün hikayesini de anlatıyor...
1095 yılında Papa II. Urbanus, Müslümanlara karşı bir Haçlı Seferine girişti; bütün krallar, prensler ve lordlar bu din savaşına katıldılar. Babası ve kardeşleri Kudüsü Müslümanlardan geri almak için yola çıktığında, Murdo Ranulfasona da, geride kalıp ailenin topraklarını koruma görevi düştü. Ancak, açgözlü kral ve yozlaşmış din adamları Murdonun baş düşmeni kesilip mülklerine el koyunca, onun da babasını bulmak için Kudüse doğru yola çıkmaktan başka çaresi kalmayacaktı... Demir Mızrak, bir iskoç ailesinin Haçlı Seferleri sırasında var olma mücadelesine paralel olarak, gizli törenleri insanlık tarihini bin yıl boyunca şekillendirecek gizemli bir örgütün hikayesini de anlatıyor...
Bana “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” atasözümüzü bolca hatırlatan bir roman. Kitap, Haçlı Seferleri ve malum gizemli tarikat gölgesinde bir genç adamın topraklarını koruma mücadelesini bir çeşit hatırat arasında ele alıyor. O hatırat kısmına da gerek yokmuş aslında. Dini bahane ederek kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın coğrafyasının olmadığı, Murdo’nun macerasında yeterince anlaşılıyor. Hatıratın ele aldığı tarikatlar kısmını ise Dan Brown’a bırakmak gerek.