“Sözlerimin hiçbirinin sizi etkileyeceğini sanmıyorum,” dedi.
“Çünkü sizde etkilenecek ruh yok. Siz, omurgasız, solucan gibi birer yaratıksınız. Burnunuz havada, Demokratız, Cumhuriyetçiyiz, diyorsunuz…
Siz, tükürük yalayıcı asalak yaratıklarsınız. Plütokrasinin kuklalarısınız siz.
Sırtınızda Demir Ökçe’nin kan kırmızı uşak üniformasıyla kalkmış özgürlük aşkı denen modası geçmiş sözler kullanıyorsunuz.”
“Sözlerimin hiçbirinin sizi etkileyeceğini sanmıyorum,” dedi.
“Çünkü sizde etkilenecek ruh yok. Siz, omurgasız, solucan gibi birer yaratıksınız. Burnunuz havada, Demokratız, Cumhuriyetçiyiz, diyorsunuz…
Siz, tükürük yalayıcı asalak yaratıklarsınız. Plütokrasinin kuklalarısınız siz.
Sırtınızda Demir Ökçe’nin kan kırmızı uşak üniformasıyla kalkmış özgürlük aşkı denen modası geçmiş sözler kullanıyorsunuz.”
Tüyler ürperticiydi. Hele bir yerde hem Oligarşi'nin hem dinsel bağnazlığın gücünü haklı olduğu inancından aldığını söylüyordu, titrememek elde değil.
Öğrencilik yıllarımdan beri yapıtlarını hayranlıkla okuduğum yazarın bu kitabını okumakta geciktiğimi düşünüyorum. Konusu, uslubu, içeriği ile diğer eserlerinden çok farklı. İşte bu özellikleri ile Demir Ökçe'nin distopik bir eser sayıldığını öğrenince şaşırdım doğrusu. Evet, bu kitap yazarın siyasi düşüncelerini yansıtıyor ve karamsarlık da içeriyor ama kapitalizmin ezen, yok eden soğuk ellerini hissettiren olaylar ve durumlar yaşanmış ve yaşanıyor. Dipnotlar belge niteliğinde. Günümüzde de aynı yöntemler geçerli. Yine yakın zamanda okuduğum gençlik romanı Açlık Oyunları'nda anlatılanlar distopya tanımına uyuyor ise Demir Ökçe daha farklı bir tür olmalı.
Sosyalist düşüncelerle tanışmam yirmi bir-yirmi iki yaşıma rastlar... İlk tanışmayla ilgili o yıllardan aklımda kalansa, Özcan Abi'min hediye ettiği Jack London'un Demir Ökçe adlı başyapıtıydı. Kitap, sendika yöneticisi genç, zeki ve ileri görüşlü Ernest Everhard'ın politik mücadelesini, karısı Avis aktarır okuyucuya. Bu yüzden fazlasıyla hüzünlü gelmişti bana. Hiçbir şey anlamadan okuduğumu hatırlıyorum. Felsefe bilgisizliği, ilk kez duyduğum terimlerin çokça oluşu, zorlamıştı beni.
Romanlarda, filmlerde olur ya hani... Zengin kızın, yoksul oğlana aşık oluşu falan; ilk okuduğumda Demir Ökçe'de hiçbir şey anlama rağmen, romanın başkahramanı Ernest'in, soylu ve zengin bir ailenin kızı olan Avis'i zekası ve düşünceleriyle etkilemesi kadar, Avis tarafından evlerine davet edilen Ernest'in, yemek boyunca sessiz kalıp, genç adama soru sorulduktan hemen sonra aristokratların arasındaki konuşmasını bugün bile hatırlayıp etkilenirim hâlâ:
"Sizler çıkarcısınız. Her şeyi fizikötesi ile açıklayabilirsiniz. Ve sonuçta her metafizikçi bir başkasının hataya düştüğünü kanıtlar bu tatmin olma duygusu onlara yeter. Sizler düşünce dünyasının teröristlerisiniz. Gerçekte dünyayı yanlış tarafa yönlendiriyorsunuz. Hepiniz kendi oluşturduğunuz bir dünyada, hayal ve rüyalarınızdan gelen arzularla yaşıyorsunuz. Ancak yaşadığımız gerçek dünyayı hiç tanımıyorsunuz. Sizin bütün fikirlerinizin gerçek dünya ile bağlı, bu dünya ile sizin şaşkın ruhlarınız arasındaki zayıf bağ kadar kadardır ancak."
Sosyalizm olgusunu köküne kadar işleyen , işçi haklarını savunan , kahraman Avis'in gözünden kapitalizmin nasıl bir katil olduğunu , oligarşinin kitleleri nasıl kuklaya çevirdiğini , proleteryanin uğradığı zulmü anlattığı diğer kitaplarına göre değişik türden bir Jack London klasiği.
İthaki yayınlarından okudum.
Sosyalizm , kapitalizm , dönemin ABD 'si , tarihi bilgilerle dolu bir kitap.
Dipnotlar büyük ehemmiyet taşıyor. Genel kültürümüze birer damla niteliğinde.
Daha çok doğayı , vahşi yaşamı işleyen Jack London bu kitabında beni şaşırtti.
İşçi sınıfının uğradığı vahşet bence donemimizi çok iyi yansıtıyor. Hele ki bir temsil niteliğindeki Jackson ve kopan kolu işçi sınıfının hayatını gobeklilerin uğruna harcadığını , makinenin insan hayatından daha önemli hale getirildiğini gözler önüne seriyor.
Geleceğin dünyasına ışık tutan bir kitap, aslında günümüzde benzerleri olmalı, ancak pek bulunmuyor.
ölmeden okunması gereken kitaplardan.pasif olan insanların bu kitapla zincirlerini kırabilir.
İçinde yaşadığımız toplumu, insanların yüzleri üzerinden daha yakından görmeye iten ve derinlerdeki ürkütücü gerçekleri fark ettiren muhteşem bir kitap. Oligarşiler, parsellediği toprakların, yer üstü ve yeraltı zenginliğini mülkiyetinde tutarken, görkemli ibadethanelerin işlevi ise müsses nizamları (kurulu düzen) korumak adına iyiliksever vaazlarındaki basmakalıp laflarla toplumu da bu düzen üzerine inşa edip biat ettirmektir. En önemli görev onlara düşer. Oligarşi ile bu kurumlar arasındaki ilişkiler ve ezilenlerin resmi muazzam çizilmiştir. Kutsal Kitap, dünyanın Tanrı mülkü olduğunu söyler; "Tanrı genel yasalara uygun olarak mülkünden istediği kişiye istediği gibi verir "öğretisiyle toplam nüfusun sadece yüzde 0,9 unu oluşturan Oligarşi sınıfı bu toplam servetin yüzde yetmişini bu şekilde elinde tutar. Oligarşi, nüfusun geri kalan kısmının çalışma koşullarını, paylaşım oranlarını, inanç biçimini ve yapısını, eğitim düzeyini, egemen sınıf ahlakını, yasaları, yasaları uygulayan mahkemeleri, bu yasaları üreten parlamentoları, üniversiteleri gücüyle elinde tutar ve her şey onların varlıklarını koruyacakları bir biçimde dizayn edilir. Her türlü yozlaşmış yöntem kullanılır. Bu görünmez bir elin gücüdür. Avukatlarıyla, savcılarıyla, hakimleriyle, meclis üyeleriyle, bankalarıyla, yasalarıyla, basın yayın şirketleriyle, askerleriyle, polisleriyle, din adamlarıyla nüfusun geri kalan kısmını ezer, uyutur, bilinçlenmesini her açıdan engeller. Uyutamayıp kendi müsses nizamlarını (Kurulmuş düzeni) tehdit eden kişileri ya sistem içinde eritir, susturur ya da onları yok eder. Çünkü nüfusun geri kalan kısmı devasa bir güçtür. Hiç bir şekilde uyanmamalıdır. Kurulu düzene biat ederek önüne konulanlarla yaşamaya devam etmelidir.İşte ezen ve ezilenlerin gerçek tablosunu gerçek hayatın bir prototipi şeklinde yazan Jack London, önce okuyucuyu yaşadığı dünya hakkında bilgilendirirken ardından savaşmanın yolunu da gösteriyor. Bence bu bir roman değil. Bu Jack London'ın öngördüğü geleceğe bıraktığı muazzam bir rehberdir. Bir gün insanlık ezenin altında açlıkla, sefaletle, işsizlikle tam ezildiğinde "Demir Ökçe" nin o her şeyiyle gerçek sesini duyacak belki. Ne var ki, toplum algısı çok ağır ilerliyor... Şiddetle tavsiye ediyorum.
Distopyaların en oligarşiğinden güzel bir Jack London kitabı. Kitap kahramanın ağzından öncelikle münazara ile başlar. Sosyalizm neden gereklidir? Oligarşi neden yanlıştır? Doğru olan nedir? sorularının cevaplarını verir. Das Kapitalin öykülenmiş hali gibidir. Malum Das Kapital okunabilecek en sıkıcı sosyalizm kitabıdır ama Demir Ökçe Das Kapital'in eğlenceli halidir.
Tabi içinde küçük bir parça aşk da vardır. Babası fabrikatör olan bir kızın sosyalist bir devrimciye aşık olması gibi.
Çok yabancı değil aslında günümüze sonuçta aristokrasinin günümüzde proleter yapıyı nasıl sömürdüğü ezdiği ve kendi yasaları ile alaşağı ettiği konusunda fikir birliğine varılırsa Jack Londan çok da farklı bir şey anlatmamıştır.
Yine de üstüne basa basa anlatmaya çalıştığı şey örgütlenmeyen güç güç değildir.
Demir Ökçe distopyanın ilk örneklerinden biri; Amerika'da derin bir sınıfsal ayrışmayı ve bu ayrışmayı takip eden kanlı sınıf savaşını anlatıyor.
Bu romanı belki de yazıldığı 1908 yılının koşulları içinde değerlendirmek gerekiyor.
Roman iki farklı düzlemde ilerliyor. Bunların ilki, roman kahramanı Ernest Everhard'ın karısı Avis Everhard'ın günlük biçiminde tutulmuş anılarıyla 20. yüzyılın başları, ikincisi ise Avis'in günlüklerine dipnotlar biçiminde eklenmiş 27. yüzyıldan değerlendirmeler.
27. yüzyılda düşülen dipnotlardan anladığımız kadarıyla, 20. yüzyılın başındaki kanlı sınıf savaşı, oligarşinin zaferi ile sonuçlanmış ve oligarşinin diktatörlüğü 24. yüzyıla kadar devam etmiş. Bu tarihten sonra da İnsanlığın Kardeşliği çağı başlamış. Avis Evergard'ın günlüğü, yüzyıllar sonra bulunmuş ve 20. yüzyılın başındaki devrimci lider Ernest Evergard hakkındaki biyografik bilgiler de bu günlüklere dayanarak oluşturulmuş.
Romanın akışı içinde zaman zaman dipnotlarla düzeltmeler yapılıyor, 1900'lerin başı hakkında bilgiler veriliyor.
Romanın ilk yarısı neredeyse tamamen Ernest Evergard'ın "sert" ve "uzlaşmaz" sosyalizm monologlarından oluşuyor. Romanın ikinci yarısında ise, devrime hazırlık ve kanlı bir şekilde bastırılan başarısız Chicago ayaklanması anlatılıyor.
Romanın başarısız bulduğum unsurları:
1) Roman karakterleri çok sığ ve tek yönlü.
2) Avis'in burjuvalıktan proleterliğe dönüşümü inandırıcı değil.
3) Bir kadın olan Avis'in kaleminde London'ın erkek anlatımı çok belirgin.
4) Romanın ilk yarısındaki uzun kapitalizm-sosyalizm tartışmaları romanı zaman zaman sıkıcı hale getiriyor.
5) Gerek devrimciler, gerekse oligarklar fazla "sert" ve "uzlaşmaz". 318 sayfalık roman içinde ara renkler neredeyse hiç yok.
6) Piskopos Morehouse ve Avis'in akademisyen babası daha iyi resmedilebilirdi.
7) Romanını 700 yıllık bir zamana yerleştiren London, sosyalizm perspektifinde daha yaratıcı olabilirdi.
8) İyi bir distopya, sadece olayların akışını değil, insan trajedilerini de kapsar. London, roman kurgusunda insan trajedileri ile hiç ilgilenmiyor.
Romanın ikinci bölümünde "Chicago mezbahasında" katledilen uçurum insanlarını okurken aklıma Walking Dead filmleri geldi.
Karton Cilt, 308 sayfa
2015 tarihinde, İthaki tarafından yayınlandı