Almanyanın etkili felsefe akımı Frankfurt Okulunun önde gelen düşünürlerinden Jürgen Habermasın, ileri endüstri toplumu koşullarında teknik, bilim ve demokrasinin nasıl uzlaştırılabileceğini incelediği bu kitap, birçok sorunun yeniden tartışılmasına yol açabileceği gibi, bilgi toplumu ve iletişim çağı gibi kavramların, son günlerde ülkemizde de moda olan, kolaycı kullanımlarının ne denli tehlikeli, yeni teknolojilerin ve bilimin toplumsal yaşama olan etkilerinin nasıl derinine düşünülmesi gereken olgular olduğunu da hatırlatabilir. TADIMLIKHegel çalışmayı, varolan tini doğadan ayıran güdü tatmininin o özgün tarzı olarak anar. Nasıl dil, dolaysız bakışın sultasını kırar ve çok çeşitli duyumların kaosunu teşhis edilebilir şeyler halinde düzene sokarsa, çalışma da, dolaysız arzunun sultasını öyle kırar ve güdülerin tatmin edilmesi sürecini adeta durdurur. Orada dilsel simgeler gibi, burada da çalışanın nesnesiyle olan genelleştirilmiş deneyimlerinin tortulandığı aletler, varolan ortadırlar. İsim, algılamaların uçup giden anına karşın kalandır, bir iş aleti de arzunun ve hazzın kaçıp giden anlarına karşı genel olandır: Çalışmanın yer edindiği, çalışandan ve çalışılandan geriye kalan tek şey ve onların rastlantısallıklarının ölümsüzleştiği yer odur; isteyenin de istenilenin de yalnızca bireyler olarak varolmaları ve ortadan kalkmalarıyla, geleneklerde yaşamını sürdürür. Simgeler ben diye nitelenen şeyin yeniden tanınmasını sağlarlar, aletler, doğal süreçlerin dizginlenmesini sürekli olarak tekrarlanabilir kılan kuralları sabitlerler: Çalışmanın öznelliği, iş aletinde bir genele yükseltilmiştir; herkes onu tekrarlayabilir ve aynı şekilde çalışabilir; bu bakımdan o, çalışmanın sabit kuralıdır.Gerçi, Çalışmanın Diyalektiği, özne ve nesneyi Serimlemenin Diyalektiğinde olduğu biçimde uzlaştırmaz. Başlangıçta doğanın, öznenin kendi koyduğu simgelerle dizginlenmesi değil, tam tersine öznenin dış doğanın şiddeti altında dizginlenmesi vardır. Çalışma, güdülerin dolaysız tatmininin ertelenmesini gerektirir; verim enerjilerini, doğanın bene kabul ettirdiği yasalar altında, üstünde çalışılan cisme aktarır. Bu iki bakımdan Hegel, öznenin çalışmada kendisini şeyleştirdiğinden söz eder: Çalışma bu taraftaki kendini-konu-yapmadır. Güdü-olan benin bölünüşü (yani: gerçekliği-sınayan bir ben-mevkiine ve bastırılmış güdüsel isteklere bölünüşü J.H.), işte bu, kendini-nesne-yapmaktır İş aletlerinde benim için, doğanın nedenselliğine boyun eğme yolunda, bunun tam tersine, bu sayede doğayı kendim için çalıştırabileceğim bir deneyimin ürünü ortaya çıkar. Bilinç, teknik kurallarla çalışmanın hedeflenmemiş ürününü toplamakla, kendi şeyleşmesinden, kendisine geri döner, üstelik araçsal eylemde doğa süreçlerinden edindiği deneyimi bu süreçlere yönelten kurnaz bilinç olarak: Burada güdü çalışmadan tamamen çıkar. Doğanın kendi kendisini yontmasına izin verir, usulca seyreder ve yalnızca küçük bir zahmetle bütünü yönetir: kurnazlıkla. Şiddetin geniş yüzüne, kurnazlığın sivri ucu saldırır.Böylece, iş aleti de dil gibi tini var eden o ortanın kategorisidir. Ama iki hareket de zıt yönde oluşurlar. İsim veren bilinç, tinin nesnelliği için, çalışma süreçlerinden yola çıkan kurnaz bilinçten daha başka bir yere ulaşır. Konuşanın, simgeleriyle olan ilişkisi, ancak gelenekselleştirmenin uç halinde, çalışanın aletleriyle olan ilişkisinin aynıdır; günlük dilin simgeleri algılayan ve düşünen bilince işleyip ona hakim olurlarken, kurnaz bilinç iş aletleri yoluyla doğanın süreçlerine hükmeder. Dilin nesnelliği öznel tin üzerinde güç kullanırken, doğanın, nesnel tinin gücüyle aldatılması, öznel özgürlüğü genişletir -- çünkü sonunda çalışma süreci de, elde edilen tüketim maddeleriyle sağlanan doyumda ve gereksinimlerin yeni baştan değiştirilen yorumlanmasıyla vadesini doldurur.Özne ile nesne arasındaki diyalektik bir ilişkinin, Jena konferanslarında geliştirilen üç örneği, Kantın soyut beninin karşısına, isim veren, kurnaz ve kabul edilmiş bilincin oluşmuş özdeşliğinin oluşum süreçlerini çıkartırlar. Ahlaklılık eleştirisi bir kültür eleştirisine denk düşer. Kant teleolojik yargı gücünün yöntem öğretisinde, doğayı bir teleolojik sistem olarak anladığımızda, kültürü doğanın son amacı olarak ele alır. Kant, kültürün aslında akıllı bir varlığın yeteneklerinin bilinen amaçlar için ortaya çıkartılması olduğunu söyler. Öznel olarak bu, amaca yönelik uygun araçları seçme yeteneği anlamına gelir, objektif olarak da kültür, doğa üzerinde teknik kullanımının en somut örneğidir. Nasıl ki, ahlaklılıkta, törel öznenin kendini ancak oluşturan bir öznelerarasındalığa dahil olmasını hesaba katmayan, saf açıklayıcı ilkelere uygun bir amaçsal etkinlik salık verilirse, Kant, kültürü de, aynı şekilde öznenin çalışma süreçlerindeki karmaşıklığından soyutlanmış olan teknik kurallara (yani belirli emirlere) uygun bir amaçsal etkinlik olarak tasarlar. Kantın araçsal eylem yeteneği atfettiği kültürlenmiş beni Hegel bir sonuç olarak, toplumsal çalışmanın kendini dünya-tarihsel olarak değiştiren bir sonucu olarak kavrar. Bu yüzden Jenadaki Tin felsefesi yazılarında, çalışma mekanikleştirildiği sürece, kurnaz bilincin alet kullanarak sağladığı ilerlemeye işaret etmeyi asla ihmal etmez.
Almanyanın etkili felsefe akımı Frankfurt Okulunun önde gelen düşünürlerinden Jürgen Habermasın, ileri endüstri toplumu koşullarında teknik, bilim ve demokrasinin nasıl uzlaştırılabileceğini incelediği bu kitap, birçok sorunun yeniden tartışılmasına yol açabileceği gibi, bilgi toplumu ve iletişim çağı gibi kavramların, son günlerde ülkemizde de moda olan, kolaycı kullanımlarının ne denli tehlikeli, yeni teknolojilerin ve bilimin toplumsal yaşama olan etkilerinin nasıl derinine düşünülmesi gereken olgular olduğunu da hatırlatabilir. TADIMLIKHegel çalışmayı, varolan tini doğadan ayıran güdü tatmininin o özgün tarzı olarak anar. Nasıl dil, dolaysız bakışın sultasını kırar ve çok çeşitli duyumların kaosunu teşhis edilebilir şeyler halinde düzene sokarsa, çalışma da, dolaysız arzunun sultasını öyle kırar ve güdülerin tatmin edilmesi sürecini adeta durdurur. Orada dilsel simgeler gibi, burada da çalışanın nesnesiyle olan genelleştirilmiş deneyimlerinin tortulandığı aletler, varolan ortadırlar. İsim, algılamaların uçup giden anına karşın kalandır, bir iş aleti de arzunun ve hazzın kaçıp giden anlarına karşı genel olandır: Çalışmanın yer edindiği, çalışandan ve çalışılandan geriye kalan tek şey ve onların rastlantısallıklarının ölümsüzleştiği yer odur; isteyenin de istenilenin de yalnızca bireyler olarak varolmaları ve ortadan kalkmalarıyla, geleneklerde yaşamını sürdürür. Simgeler ben diye nitelenen şeyin yeniden tanınmasını sağlarlar, aletler, doğal süreçlerin dizginlenmesini sü... tümünü göster