Aylardan Nisan... Ülke karışık, memleket huzursuz... İlahlar kurban istiyor. Devletin başına üç çılgın geçmiş. Pehlivan Usta onlara böyle diyor. Ağzıma almam onların adını diyor. Koca bir memleketi mahvettiler. Bize de, tüm halka da kıydılar. Nisanın sonlarına doğru sözüm ona memleket aleyhine çalışan Ermeni cemiyetlerinin önde gelenlerinin tutuklamak üzere Dahiliye Nazırı Talat Paşa imzalı bir tamim yayınlanıyor. İstanbulda ne kadar Ermeni aydını varsa tutuklanıyor. Güruh İstanbuldan yayılarak Mayıs ayı sonlarına doğru tüm Anadoluyu kaplıyor. Yüzler binler, binler on binler, on binler yüz binler oluyor ve oburca bir uğursuzlukla artıyor. Şer ıspatulasıyla kazıyor Ermenileri tüm Anadoludan. Erkeklerden arındırılmış, yaşlı, kadın ve çocuklardan müteşekkil yarı canlı, yarı cansız, isimsiz kafileler yolları dolduruyor. Anadolunun bu kadim halkı, Osmanlının Milleti Sadıkası, güneye, çöllere, vakitsiz, zalim ölümlere savruluyor.Bir yanda fazla hatıra, bir yanda da fazla unutuş varsa, doğru bir hatırlama siyaseti icat etmenin de vakti gelmiştir diyor Paul Ricoeur. Ermeni, Türk ve Kürt ve diğer nice Anadolu halklarının başından geçen hazin olaylardan sonra, neredeyse tamamen bir bellek kaybıyla geçirdik son bir yüz yılı. Ne zaman kurban, ne zaman haklı veya ne zaman haksız olduğumuzu bilemez bir halde, bizim yerimize konuşanları dinledik hep. İşte 1915 ve sonrasında yaşananlar da hep bu kolalı, steril, içinde yaşayan insanların olmadığı resmi söylemlerle ulaştı bize. Bugün tamamen siyasi bir konu haline gelen bu trajedi, sadece Ermenilerin değil, bizim trajedimiz, bizim hikâyemiz. Peki biz nasıl yaşadık o günleri? Hâlâ hatırlayabiliyorsak, neler var aklımızda o kara günlere dair? Ve belki de en sihirli olanı, gerçek, nasıl oluyor da eninde sonunda bulduruyor, unutturmuyor kendi varlığını bize?Bu roman, aralarına düşmanlık, kin ve mesafe girmiş sıradan, küçük insanların Karşılaşmasını anlatıyor. Tarihin büyük anlatılardan değil, sade, sıradan insanların belleğinden yeniden dirilişini konu ediniyor. Gerçek, tartışmasız ve doğru olma iddiasında da değil üstelik. Belge, kanıt ve sav sunmuyor. Hiçbir şeyi kanıtlamak telaşında da değil; çünkü bunu hedeflemiyor. Neredeyse bir asır evvel, kardeşliklerini kanlı bir sunağın önünde kurban etmiş halkların yeniden barışmasının, kavuşmasının hikâyesi bu. Kutsal addedilen o tarihi belgelerde birer sayı ve terimlerden ibaret olan sıradan ve önemsiz insanların hikâyesi.Hayykitaptan yayınlanan Markar Esayanın Karşılaşma adlı romanı, son dönem Türk edebiyatının önemli soluklarından birisi olacak. Daha önce yayınlanan ve İnkılap Roman ödülü alan Şimdinin Dar Odasından sonara bu eseriyle de, edebiyatın büyüleyici anlatısını ustalıkla kullanıyor yazar. Kendi hikayelerine sahip çıkan küçük insanların büyük siyasetlere nasıl direnebildiklerini masalsı bir dille anlatıyor. Çöplük mahallesinde yaşayan bu insanların, sıradan, öylesine akıp giden hayatlarında vicdanın yerini sorgulatıyor okura. İki ayrı ama kadim dost toplumun yaralarını sarmaya çalışıyor. Burada kanımca hepimizi alakadar eden derin bir sır gizli. Bir yerlerde, bir vakitler bir terslik olmuş, çok büyük bir hata yapılmış sanki. Cam bir bardak içinde hapsolmuş zavallı sinekler gibiyiz.
Aylardan Nisan... Ülke karışık, memleket huzursuz... İlahlar kurban istiyor. Devletin başına üç çılgın geçmiş. Pehlivan Usta onlara böyle diyor. Ağzıma almam onların adını diyor. Koca bir memleketi mahvettiler. Bize de, tüm halka da kıydılar. Nisanın sonlarına doğru sözüm ona memleket aleyhine çalışan Ermeni cemiyetlerinin önde gelenlerinin tutuklamak üzere Dahiliye Nazırı Talat Paşa imzalı bir tamim yayınlanıyor. İstanbulda ne kadar Ermeni aydını varsa tutuklanıyor. Güruh İstanbuldan yayılarak Mayıs ayı sonlarına doğru tüm Anadoluyu kaplıyor. Yüzler binler, binler on binler, on binler yüz binler oluyor ve oburca bir uğursuzlukla artıyor. Şer ıspatulasıyla kazıyor Ermenileri tüm Anadoludan. Erkeklerden arındırılmış, yaşlı, kadın ve çocuklardan müteşekkil yarı canlı, yarı cansız, isimsiz kafileler yolları dolduruyor. Anadolunun bu kadim halkı, Osmanlının Milleti Sadıkası, güneye, çöllere, vakitsiz, zalim ölümlere savruluyor.Bir yanda fazla hatıra, bir yanda da fazla unutuş varsa, doğru bir hatırlama siyaseti icat etmenin de vakti gelmiştir diyor Paul Ricoeur. Ermeni, Türk ve Kürt ve diğer nice Anadolu halklarının başından geçen hazin olaylardan sonra, neredeyse tamamen bir bellek kaybıyla geçirdik son bir yüz yılı. Ne zaman kurban, ne zaman haklı veya ne zaman haksız olduğumuzu bilemez bir halde, bizim yerimize konuşanları dinledik hep. İşte 1915 ve sonrasında yaşananlar da hep bu kolalı, steril, içinde yaşayan insanların olmadığı resmi söylemlerle ulaştı bize. Bugün tamame... tümünü göster
407 sayfa