Alın yazısı nedir? Nereye, neyle yazılır?
Peki ya kader, armağanını sunmadan önce bir insanı kaç kez sınar?
Altı nüfuslu bir ailenin üçüncü çocuğu olan Fahriye, hasretle Kore Savaşı’ndaki babasının sağ salim dönmesini beklerken çok geçmeden, daha çocuk yaşında bu soruların cevaplarını aramaya başlayacağından habersizdir. Babası gerçekten de hiç ummadıkları anda çıkıp gelir ama ardında bambaşka bir şeyi getirerek ve işte, o günden sonra Fahriye’nin acılarla, ayrılıklarla, bu kadar da olmaz denilen sınavlarla olan gerçek mücadelesi başlar.
Ancak kim ne derse desin hep deli gibi esen kalbinin peşinden gittiğinden, umuda ve sevgiye olan inancını asla yitirmez. Günün birinde ise gönlünü, kendisi gibi bildiği dünyaların ötesini düşleyebilen genç bir çobana, Salih’e kaptırıverir. Kadınların evlenecekleri adamı seçmesinin hayal olduğu bir yerde ve zamanda, âşık olduğu adamla birliktedir. Ailesinde yaşadığı acıların, kayıpların tesellisini, bu çobanın sımsıcak bakışlarında bulur. Öte yandan alın yazısının yeniden araya girmesi çok uzun sürmez. Üstelik bu kez esen rüzgâr o kadar şiddetlidir ki Fırtına Fahriye’yi aklının ucundan dahi geçmeyecek bir kadere doğru sürükler.
1950’li yılların Türkiye’sinden günümüze uzanan ve gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanan Mavi Dantel, güçlü kadınların tüm imkânsızlık, acı, ıstırap ve zorluklara rağmen umuda ve cesarete tutunmaktan asla vazgeçmediğini etkileyici bir dille anlatıyor.
“Tam ‘yok artık, bu kadarı da olmaz,’ derken size bunu söyleten o anı arattıracak daha dehşetli olayların birbirini izlediği, cehalet, çaresizlik, yokluk, sevgi, umut ve cesaretle örülü gerçek bir yaşam öyküsü. Kitabı okurken şahıslar, olaylar ve yerler televizyonda bir dizi izler gibi canlanıyor gözlerinizin önünde. Öykünün kahramanıyla birlikte üzülüyor, seviniyor, çektiklerine rağmen hayata nasıl umutla bağlandıklarına tanık oluyorsunuz.”
Gün Benderli, Giderayak: Anılarımdaki Nâzım Hikmet kitabı yazarı
Alın yazısı nedir? Nereye, neyle yazılır?
Peki ya kader, armağanını sunmadan önce bir insanı kaç kez sınar?
Altı nüfuslu bir ailenin üçüncü çocuğu olan Fahriye, hasretle Kore Savaşı’ndaki babasının sağ salim dönmesini beklerken çok geçmeden, daha çocuk yaşında bu soruların cevaplarını aramaya başlayacağından habersizdir. Babası gerçekten de hiç ummadıkları anda çıkıp gelir ama ardında bambaşka bir şeyi getirerek ve işte, o günden sonra Fahriye’nin acılarla, ayrılıklarla, bu kadar da olmaz denilen sınavlarla olan gerçek mücadelesi başlar.
Ancak kim ne derse desin hep deli gibi esen kalbinin peşinden gittiğinden, umuda ve sevgiye olan inancını asla yitirmez. Günün birinde ise gönlünü, kendisi gibi bildiği dünyaların ötesini düşleyebilen genç bir çobana, Salih’e kaptırıverir. Kadınların evlenecekleri adamı seçmesinin hayal olduğu bir yerde ve zamanda, âşık olduğu adamla birliktedir. Ailesinde yaşadığı acıların, kayıpların tesellisini, bu çobanın sımsıcak bakışlarında bulur. Öte yandan alın yazısının yeniden araya girmesi çok uzun sürmez. Üstelik bu kez esen rüzgâr o kadar şiddetlidir ki Fırtına Fahriye’yi aklının ucundan dahi geçmeyecek bir kadere doğru sürükler.
1950’li yılların Türkiye’sinden günümüze uzanan ve gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanan Mavi Dantel, güçlü kadınların tüm imkânsızlık, acı, ıstırap ve zorluklara rağmen umuda ve cesarete tutunmaktan asla vazgeçmediğini etkileyici bir dille anlatıyor.
“Tam ‘yok artık, bu kadarı da olmaz,’ derken size bunu... tümünü göster
Yorum: https://illekitap.blogspot.com/2021/10/cagla-cakr-mavi-dantel.html
Başımı kendine doğru çekip kulağıma, "Asla vazgeçme," diye fısıldadı. "Ne olursa olsun evladından vazgeçme. Yoksa yıllar sonra yaşlı bir kadın olduğunda geriye sadece pişmanlıkların kalır."
Yanağına bir öpücük kondurup, "Sen merak etme, Adile Teyze," dedim. "Ne kadar sürerse sürsün, oğluma yeniden kavuşacağım."
*****
"Sizi dokuz ay karnımda taşıdım," dedi. "Ancak işim bitti mi sandın? Bitmez... Anne olunca anlayacaksın, karnında taşımak ne ki? Asıl zor olan, bir ömür kalbinde taşımak evladını. İster yanında olsun ister uzağında, aldığı her nefesin ağırlığını taşımak omzunda. Korkmak annelik... Hem de ne korkmak! Olur da bir gün o nefeslerden birinin, seninkinden önce kesildiğini hissedersin diye ölesiye korkmak..."
*****
"Hepimiz aynı hatayı yapıyoruz, önce babalarımıza, sonra kocalarımıza ve oğullarımıza ama hep bir erkeğin gücüne ve bilgeliğine dayanarak yaşıyoruz. Belki de kendimize yaptığımız en büyük kötülük bu. Ağabeyimin eşi Serpil sürekli, 'Kadınlar kendi gücünün farkına varmalı,' derdi. 'Erkeklerin arkasında ya da önünde değil, onların yanında birlikte yürüdüğümüz gün, dünya bizi yeniden bağrına basacak.' Bak, tek başına kocaman bir şehirde kendi ekmeğini kazanıyorsun. Kimseye minnet duymadan yaşıyorsun. Kendi kendine bakabilmek için kimseye ihtiyacın yok. Öyleyse sevilmek ve mutlu olmak için de olmamalı. Gözlerinin içinde yaşayan o küçük kızı senden başka kimse sevemez zaten çünkü onu görebilen bir tek sensin."
*****
Benim kardeşim, bir yaz sonu gecesinde kokuları havaya karışan sardunyalar gibi kokardı. Öyle masum, öyle temiz...
Benim kardeşim, yemyeşil gözlerinde göreni mest eden tatlı bir nakış saklardı. Öyle eşsiz, öyle gizemli...
Benim kardeşim, yüreğinde babasızlığın ağırlığını, ceplerinde ise umutla beklediği yarınların yazdığı türküleri, hayallerini işlediği şiirleri taşırdı. Öyle cesur, öyle naif...
Bu tabut... Yoluna canını serdiği al bayrağa sarılı bu tabut beni kardeşim değildi. Olamazdı...
Daha görecek nice baharları olan bir ömrü alıp da şu daracık kutuya sıkıştıramazdınız. Yaşanmamış günlerini, yazılmamış şiirlerini, söylenmemiş türkülerini, hiç gözlerinin içine bakamadığı gelinini, kuramadığı yuvasını, artık asla sahip olamayacağı çocuklarını içine alacak kadar büyük bir tabut yoktu şu dünya da.
*****
"Şu dünya da bir gün yüzü göremeyecek miyim? Neden, neden yapıyorlar bana bunca eziyeti? Ben bunları hak edecek ne yaptım?"
"Sadece inandın," dedi annem saçlarımı okşayarak. "İyiliğe, vicdana, aşka, insanlara inandın."
Karton Cilt, 416 sayfa
Eylül2021 tarihinde, Arkadya Yayınları tarafından yayınlandı