Yıl 2033... Nükleer savaş sonrası enkaz haline gelen dünyada insan soyu neredeyse tükenmiş, radyasyon yüzünden kentler yaşanamaz halde. Hayatta kalan birkaç bin kişi yeraltına, dünyanın en büyük nükleer sığınağı olan Moskova Metrosuna sığınıyor. Burası insanoğlunun son kalesi. Yeraltındakiler için en büyük tehlike Karaderililer. İstasyonlar mini devletlere bölünmüş. İdealler, dinler, temiz su filtreleri gibi nedenlerle bir araya gelmiş halklar. Duygular yerini içgüdülere bırakmış. Tek bir amaç var: Ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak. Genç Artyom'a yaklaşmakta olan karanlık tehlikeye karşı halkı uyarması için Metronun kalbi, Polis istasyonuna gitme görevi verilir. Metronun kaderi belki de tüm insanlığın kaderi Artyom'un elindedir artık... Moskova metrosu, romanda anlatıldığı gibi labirente benzer, büyüklüğü ve hatları tam olarak bilinmeyen bir gizemdir. Metroda, devlet ve gizli servislere ait yüzden fazla gizli yeraltı sığınağı bulunur. Sovyetler Birliği döneminde liderleri korumak ya da ülkeden kaçırmak için yapıldığı söylenen Metro-2, Moskova metrosunun bir parçası ve en ünlü efsanelerinden biridir. Esin kaynağı olduğu çok sayıda mit ve şehir efsanesi vardır. 1979 Moskova doğumlu Dmitry Glukhovsky, 14-15 yaşlarında kafasında salt bir fikir olarak oluşturdu Metro 2033'ü. Gazeteci olarak Fas'tan Guatemala'ya, İzlanda'dan Japonya'ya kadar neredeyse bütün dünyayı dolaştı. Çernobil'de nükleer reaktörü filme almak için bölgedeydi. Kuzey Kutbundan dünyada ilk kez canlı yayını gerçekleştirdi. Anadili Rusçaya ek olarak İngilizce, Fransızca, Almanca, İbranice ve İspanyolca da bilmektedir. Metro-2033 kitabı ile 2007 yılında, Kopenhag'daki EuroCon yarışmasında, Avrupa Bilim Kurgu Topluluğu (the European Science Fiction Society) tarafından Teşvik Ödülüne (the Encouragement Award) değer görüldü. Bu kitaptan uyarlanan aynı adlı bir video oyunu da bulunmaktadır.
Yıl 2033... Nükleer savaş sonrası enkaz haline gelen dünyada insan soyu neredeyse tükenmiş, radyasyon yüzünden kentler yaşanamaz halde. Hayatta kalan birkaç bin kişi yeraltına, dünyanın en büyük nükleer sığınağı olan Moskova Metrosuna sığınıyor. Burası insanoğlunun son kalesi. Yeraltındakiler için en büyük tehlike Karaderililer. İstasyonlar mini devletlere bölünmüş. İdealler, dinler, temiz su filtreleri gibi nedenlerle bir araya gelmiş halklar. Duygular yerini içgüdülere bırakmış. Tek bir amaç var: Ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak. Genç Artyom'a yaklaşmakta olan karanlık tehlikeye karşı halkı uyarması için Metronun kalbi, Polis istasyonuna gitme görevi verilir. Metronun kaderi belki de tüm insanlığın kaderi Artyom'un elindedir artık... Moskova metrosu, romanda anlatıldığı gibi labirente benzer, büyüklüğü ve hatları tam olarak bilinmeyen bir gizemdir. Metroda, devlet ve gizli servislere ait yüzden fazla gizli yeraltı sığınağı bulunur. Sovyetler Birliği döneminde liderleri korumak ya da ülkeden kaçırmak için yapıldığı söylenen Metro-2, Moskova metrosunun bir parçası ve en ünlü efsanelerinden biridir. Esin kaynağı olduğu çok sayıda mit ve şehir efsanesi vardır. 1979 Moskova doğumlu Dmitry Glukhovsky, 14-15 yaşlarında kafasında salt bir fikir olarak oluşturdu Metro 2033'ü. Gazeteci olarak Fas'tan Guatemala'ya, İzlanda'dan Japonya'ya kadar neredeyse bütün dünyayı dolaştı. Çernobil'de nükleer reaktörü filme almak için bölgedeydi. Kuzey... tümünü göster
Kitap çok güzel olmasına rağmen çeviri biraz baştan savma olmuş. Uzun paragraflarda sıkabiliyor. Post apocalyptic kurguyu sevenler için bir nimet. Yeryüzünde kaybedilen yaşam savaşı yerin altında, metrolarda devam ediyor. Oyunu ile kitabın paralel gitmediğini de söylemeliyim. Kitapta daha sakin bir hava var ve kütüphanede geçen bölüm dışında birebir kitap ile aynı değil oyun.
Çok büyük bir beklentiyle başladığım ama aradığımı tam manasıyla bulamadığım bir kitap oldu.
Evet, yazar gerçekten de çok ayrıntılı, çok muazzam bir dünya yaratmış. İnsanların nükleer bir felaket sonrası Rus Metro hattı gibi devasa bir yapılaşmayı yaşamak için kullanmaları ilginç bir fikir. Lakin yazar oluşturduğu bu yapıyı anlatmaya kendini o kadar kaptırmış ki 560 sayfanın 300 sayfalık kısmında sürekli bir tarih kitabı okuyormuş gibi hissediyorsunuz kendinizi ve olaylar çok ağır ilerliyor.
Aksiyon sahneleri ise tam tersine çok hareketli ve sizi heyecandan soluk soluğa bırakacak cinsten. Ama dediğim gibi bunlar çok az.
Kitabın zirve yaptığı nokta kesinlikle Kütüphane ile ilgili kısımlar. Gerek Kütüphane içinde yaşananlar, gerek Kütüphaneciler gerekse de Kütüphane sonrası caddelerde yaşanan olaylar harika yazılmış. Zaten bunlar da olmasaymış kitabın yarattığı hayal kırıklığı daha büyük olacaktı.
Roman, kıyamet sonrası senaryosuna sahip olsa da gerçek bir mekanda, dünyanın en büyük nükleer sığınaklarından biri olan, hakkında çok sayıda mit ve şehir efsanesi bulunan ünlü Moskova Metrosu'nda geçiyor
Bir macera kitabı diye aldığım kitap beni her yönüyle şaşırttı. Nükleer bir savaşın ardından metroda ölüm kalım savaşı veren insanların üzerinden kurgulanmış müthiş bir hikaye. Aynı zamanda dünyaya göre ufacık sayılacak bu mekanda inanışlar, basmakalıplar, insan, siyaset, ırkçılık felsefe gibi bir çok konuya da el atılmış. Yazar dünyaya klasik eserler kazandırmış üstatları gibi yetenekli ve gelecek vadediyor.
Nükleer savaşın kıyameti sonrası özgün bir konu olmasa da metroda geçtiği için özgün bir öykü. Her biri birer köy gibi yerleşilmiş metro istasyonlarında yaşayan sıkışıp kalmış insanlardan birinin, Artyom'un kader, görev, sorumluluk ve kişisel yolculuğunu anlatan, yer yer felsefeye, inanca, insanlık değerlerine dalıp çıkan, mistik tatlar barındıran öykü bu. Bir avuç kalsa da her biri birer istasyon grubunu yurt edinen, kıyamet kopmuş olsa da hala faşizminden, komünizminden, siyasal görüşünden, dini inancından vazgeçmeyen ve hala bu uğurda birbiriye salakça savaşan toplumlar... Diğer yanda girişimcilikleri o şartlarda bile ortaya çıkan, ürün yetiştiren, ticaret yapan, hayatta kalmaya çalışan, kimisi zavallı insanlar, karanlık tünelden başka bir şey bilmeyen yeni nesiller... Ayrıca yeryüzüne hakim olan radyasyonlu ortama uyum sağlamış yaratıklar, yamyamlık yapanlar, yeni türemiş insansılar...
Çok güzel bir öykü olacakmış, belki asıl dilinde gerçekten öyledir. Çünkü yüzbinlerce satmış bir kitap bu. Ama türkçeye çevrilirken darbe yemiş gibi gözüküyor. Anlatım özellikle ilk bölümlerde yavaş, heyecansız, tatsız. Kitapta ikinci yarıya varıldığında olaylar hızlanınca daha iyi oluyor ama anlatım gene de renkli değil.
Çeviri hataları, cümle hataları çok.
Örneğin "Burnuna kadar çürüyen etin kokusu geldi." diye bir cümle var. Hızla okurken birden "burnuna kadar çürüyen et" isim tamlamasıyla karşılaşıyor insan. Hemen ardından aslında cümlenin "Çürüyen etin kokusu burnuna kadar geldi." şeklindeki düzgün ve akıcı anlatımı zihnimizde şekillense de hikaye birden kırılıveriyor, konsantrasyon bozuluyor, okuma zevki kötü etkileniyor. Bu basit bir örnek. Bir de felsefi, düşünsel, devinimsel anlatımların, açıklamaların olduğu uzun, yan cümlecikli, karmaşık cümlelerde böyle hatalar olunca cümle bazen tamamen anlamını yitiriyor, bulmak için çaba harcamak gerekiyor, okuma zevki kalmıyor.
"... kapıya saldırdı." diyor mesela, okuyan, kişinin kapıyla dövüşe tutuştuğunu sanır. oysa kapıya koştu, seğirtti, yöneldi falan diye çevrilmesi gerekirdi.
"... çıkmasına izin verdiler." diyor bir cümlede, arkasından gelen cümlede ise çıkmasına izin verilen kişinin hala izin verenlere anlatmaya devam ettiğini görüyoruz. Yine yanlış çeviri, doğrusu " ... devam etmesine izin verdiler." şeklinde olmalıydı. Bunlar benim farkına vardığım basit hatalar. Anlaşılmaz bulduğum cümlelerde kim bilir ne çeviri hataları vardır.
Sonuçta çevirmen yaptığı işi baştan sona okuyup hiç düzeltme yapmamış gibi gözüküyor. Asıl dilinden anladığını türkçede de anlayıp anlamadığına bakmamış. Editör de ya yok, ya da uyuyormuş. Sonuçta yeniden çevrilmesi lazım.
Bunlar bir yana bırakılırsa yine de okumaya değer buldum. Sonu sürprizle bitiyor, (gerçi ben şahsen çok hoşlanmadım sonundan ama) değişik bir tat için okunabilir.
O kadar güzel betimlenip okuyucuya aktarılmış ki Moskova metrosu orada olamasanız da sanki karış karış bilmeniz sağlanmış. Okurken çok büyük keyif aldım, içerisinde barınan gizemli havası ve mutantların kol gezdiği dış dünya ile içeride dolaşan tehlikeler insanın şimdi ne olacak demesini sağlıyordu sürekli.
Tabii bu kitap okunurken bir aksiyon hali aranmamalı. Bu kitabın yazarı bir Rus :) ve gerçektende akranları gibi uzun uzun betimlemeler ve ruh hallerinin girdapları aktarılmış. Öyle bir aktarım sergilenmiş ki sadece kişilerin değil mekanlarında ruh halleri kitapta yer alıyordu. Okurken mekanın içerisinde sanıp gerildiğimi hissetmiştim.
Açıkçası şuan o betimlemeler ve haritalar sayesinde Moskova Metrosuna karşın hafif bir sempati duyduğumu da belirtebilirim. Bir çok karakter ve isimle beraber son bölümününde tatmin edici bir şekilde gelişmesi ve ikincisini merak ettirmesi daha çok beğenmemi sağladı. İlk kitap olarak en azından bir kısma kadar başarılıydı.
**Dipnot :
İkinci kitap maalesef ki bir hayal kırıklığıydı. Yorumum ikinci kitabın değerlendirmesinde mevcuttur.
Sürükleyici fakat daha önce de söylendiği gibi biraz yavaş ilerliyor, mekan ayrıntıları içinde boğuldum kimi zaman. Tüneldeki karanlığın tasviri iyiydi.
Kitap gayet güzel bence, oyununu oynayacağım bir de, kitaptan sonra oynamaya karar vermiştim oyununu.
Karton Cilt, 568 sayfa
2011 tarihinde, GÜRER YAYINLARI tarafından yayınlandı