Murphy, bir Beckett anti-kahramanı. Belli bir eğitimden geçmiş. İrlandalı. Yalnız, edilgen ve tekbenci. Bir işte çalışmıyor. Tek mutluluğu sallanan bir koltuğa kendini çırılçıplak bağlamak, iç dünyasına çekilip orada yolculuklara çıkmak...Celia, Murphyye âşık. Fahişe. Bedensel bir aşkla sevilen ve dış dünyaya ait olduğu için Murphynin reddetmek istediği bir kadın...Murphy, peşini bırakmayan dış dünyadan kaçarken, sığındığı akıl hastaları tarafından da dışlanır... Kitabın traji-komik öyküsü bu merkezi çelişki etrafında gelişir.Descartesın ruh-beden ikiliğinden etkilenen Beckett, bu ilk romanında, ruhla bedenin, iç dünyasyla fiziksel dünyanın kaynaşma zorunluluğundan uzakta, bir arada yaşayabileceğini göstermek ister. Doğu mistizminden hareketle, bedenin, ait olduğu fiziksel dünyada asla tam özgür olamayacağı, gerçek özgürlüğün düşüncelerde yaşayabileceği fikrini ana izlek haline getirir. Bu anlamda Murphy, Beckettin daha sonraki romanlarında sadece düşünerek ve konuşarak, sözcük üreterek, dili kullanarak var olabilen anti-kahramanlarının ilk örneğidir...Murphy, karamsarlıktan alaya, komikten traji-komiğe, hayatın ruhsal ve fiziksel alanlarını insanlığını seslendirerek eğlenen bir roman.Düşünmek veya düşünmemek isteyenlere... insanlara...
Murphy, bir Beckett anti-kahramanı. Belli bir eğitimden geçmiş. İrlandalı. Yalnız, edilgen ve tekbenci. Bir işte çalışmıyor. Tek mutluluğu sallanan bir koltuğa kendini çırılçıplak bağlamak, iç dünyasına çekilip orada yolculuklara çıkmak...Celia, Murphyye âşık. Fahişe. Bedensel bir aşkla sevilen ve dış dünyaya ait olduğu için Murphynin reddetmek istediği bir kadın...Murphy, peşini bırakmayan dış dünyadan kaçarken, sığındığı akıl hastaları tarafından da dışlanır... Kitabın traji-komik öyküsü bu merkezi çelişki etrafında gelişir.Descartesın ruh-beden ikiliğinden etkilenen Beckett, bu ilk romanında, ruhla bedenin, iç dünyasyla fiziksel dünyanın kaynaşma zorunluluğundan uzakta, bir arada yaşayabileceğini göstermek ister. Doğu mistizminden hareketle, bedenin, ait olduğu fiziksel dünyada asla tam özgür olamayacağı, gerçek özgürlüğün düşüncelerde yaşayabileceği fikrini ana izlek haline getirir. Bu anlamda Murphy, Beckettin daha sonraki romanlarında sadece düşünerek ve konuşarak, sözcük üreterek, dili kullanarak var olabilen anti-kahramanlarının ilk örneğidir...Murphy, karamsarlıktan alaya, komikten traji-komiğe, hayatın ruhsal ve fiziksel alanlarını insanlığını seslendirerek eğlenen bir roman.Düşünmek veya düşünmemek isteyenlere... insanlara...
oldukça zor bir roman. Bir kere değil 10 kere okumakla belki anlaşılır.
Hiçbir Şey Keşfedilmeyecek Kadar Uzak Olamaz
MURPHY
Yazar : SAMUEL BECKETT
Ayrıntı Yayınları
4. Basım 2015
192 SAYFA
Murphy usunu dış evrene sımsıkı kapalı büyük ve oyuk bir küre olarak tasarlıyor. Bir fakirleşmenin söz konusu olmadığı çünkü bu kürenin içinde dış dünyada bulunan hiçbir unsur eksik değildi. Dışındaki evrende sanal ya da gerçek olan ya da sanaldan gerçeğe dönüşen ya da gerçekten sanala gerileyen her şey onun iç evreninde de yerini bulacaktı.
Bu özelliği nedeniyle Murphy’yi idealist katranına bulamamız gerekmiyor. Bir yanda ussal olgu, diğer yanda ise, aynı ölçüde hoş olmasa da eşit derecede gerçeklik taşıyan bedensel olgu var.
Usu sanal ve gerçek olgular arasındaki ayrımı, bir biçim arayan, biçimden yoksun şeyler için değil ama hem ussal hem de bedensel bir deneyime sahip olduğu olgular ile yalnız usundan geçirdikleri arasında yapıyordu. Yani tekmenin biçimi gerçek, okşamanın ki sanaldı.
Usunun gerçek parçasını yukarıda ve berrak, sanal parçasını da aşağıda ve bulanık bir biçimde duyumsuyordu, yine de bu duyguyu ahlaki bir dürtünün sonucunda edinmiş değildi. Ussal deneyim bedensel deneyimden başkaydı, ölçütleri bedensel deneyimin ölçütlerinden farklıydı içeriğinin bir parçasının bedensel gerçekliğe uygunluğu bir parçanın değerine bir şey eklemiyordu. Us çalışmıyordu, bir değer yargısına göre düzenlenmişti. Işık, gölge ve karanlıktan oluşuyordu, bir aşağısı bir de yukarısı vardı; yoksa iyilik ve kötülük kavramları söz konusu değildi. Us başka bir kipte koşutluklar taşıyan ve taşımayan biçimlerle doluydu; yoksa iyi ve kötü biçimlerle değil. Usu için aydınlık ve karanlık arasında bir çelişki yoktu, aydınlığının karanlığını yok etmesi söz konusu değildi. Gereksinmesi bazen aydınlıkta, bazen gölgede, bazen de karanlıkta olmaktı.
Böylece Murphy kendini bir beden ve bir us olarak ikiye bölünmüş hissediyordu. Görünürde bir iletişim vardı aralarında; yoksa ortak bir şeylere sahip olduklarını nasıl bilebilirlerdi. Ama usunu bedeninden soyutlanmış hissediyordu ve ne iletişimin hangi yoldan sağlandığını ne de deneyiminin nasıl olup da birbirinin alanlarına taştığını anlayabiliyordu. İkisinin de birbirinden bağımsız olduğuna inanıyordu. Ne bir tekmeyi duyumsadığı için tasarlıyor ne de tasarladığı için duyumsuyordu. Belki de bilinciyle tekme edimi arasında, iki büyüklüğün bir üçüncü büyüklükle ya da iki sonucun ortak bir nedenle aralarında oluşturduğu türden bir bağlantı vardı. Belki de uzam zaman dışında, usdışında, varoluşun ilk anlarından bu yana bilincin ve somutluğun bağlantılı kiplerinden Murphy’ye oldukça bulanık gözüken beden dışı bir tekme vardı, yani usundan tasarladığı tekme bir yanda, gerçek tekme öte yandan. Peki öyleyse o yüce okşama neredeydi?
Yine de Murphy, doğa üstü bir gücün varlığını kabullenircesine, usunun dünyasının bedeninin dünyasıyla kurduğu kurduğu bu kısıtlı uyumu kabulleniyordu. Sorunun ilgi çekici bir yanı yoktu. Murphy yaşı ilerledikçe, usunun kendi ilkeleri dışında hiçbir değişiklik ilkesine bağımlı olmadığı, kendi içinde yeterli ve bedensel değişikliklerden etkilenmeyen bir yapıda bulunduğu görüşüyle çatışmayan bir açıklamayı benimsemeye yanaşıyordu. Olabildiğince yararlanmaya çalıştığı bu durumun nedenleriyle hiç mi hiç ilgisini uyandırmıyordu onun.
İkiye parçalanmıştı, bir parçası aydınlık, gölge ve karanlık bir küre olarak tanımladığı şu usundaki odayı terk etmiyordu hiç, buradan çıkış yoktu çünkü. Ama ussal dünyadaki her devini, bedenin dünyasında bir dinlenme gerekiyordu. Yatağında uyumak isteyen bir adam. Onun başının ardındaki sakladığı yerden çıkmak isteyen bir fare.
Murphy bedeni hareket halindeyken de usunun hüzün verici bir alışkanlığıyla düşünebilir, hatta yorumlamalarda bile bulunabilirdi, akılcı bir davranış parodisine benzetilebilirdi bunları. Ama bilinç dediği şeyin bütün bunlarla bir ilgisi yoktu.
Bedeni hem usu iyice devinebilsin diye, hem de kendi yararına uykudan daha korunaklı bölgelere uzanıyordu gitgide Usuyla işbirliğine girmeyen pek az parçası kalıyor gibiydi bedeninden, üstelik bu parçalarda yenik düşüyordu yorgunluğa. Birbirine böylesi yabancı unsurların arasında oluşan böylesine gizli bir anlaşma Murphy’ye telekinezi kadar esrarengiz görünüyordu ama umursamıyordu bunu. Bu olguyu da, bedeninin gittikçe usuna daha çok gereksinme duymasına da hoşnut duygularla gözlemliyordu.
Bedeni yok olmaya sürüklendikçe, kendini usunda doğuyor gibi hissediyordu. Usunun zenginlikleri içinde özgürce deviniyordu. Bedenin stokları, usun zenginlikleri var.
Her biri kendine özgü niteliklere sahip aydınlık, gölgeli ve karanlık üç bölge bulunuyordu.
İkinci bölgedeki biçimlerin koşutları yoktu gerçek yaşamda. Burada estetik bir zevk hakimdi. Türdeş bir kipin bozduğu hiçbir yapay düzenlemeye gereksinme ve buna yakın hazlar tadılabilirdi.
İç dünyasının bu iki bölgesinde de Murphy kendini, mutlak hakim ve özgür duyumsuyordu. Birinde başına gelenleri misillemelerle karşılık veriyor, ötekinde erinç dolu eşsiz görüntüler arasında dilediğince deviniyordu. İkisi arasında bir rekabet yoktu.
Üçüncüsü karanlık bir biçimler gelgitiydi. Biçimler durmadan bir araya gelip parçalanırdı burada. Aydınlık yeni bir çoğalışım uysal unsurlarını, lime lime edilen bir oyuncağa benzetebileceğimiz bedenin dünyasını içeriyordu; gölgeyse barış durumunu. Ama karanlık ne unsurları ne de belirli bir durumu içeriyordu, yalnızca oluşan ve yeni bir oluşumun parçalarında un ufak olan aşksız, nefretsiz ve değişimin hiçbir ilkesine bağlı kalmayan biçimler vardı. Burada özgür değildi ama saltık özgürlüğün karanlığı içinde bir noktaydı. Deviniyordu, cizgilerin bitip tükenmeyen yok oluşu yeniden oluşumu içinde, her şeyden bağımsız o kaynaşmanın içinde bir noktaydı.
Kuşku etmek düşünmenin beklide noktasal varoluşu, insanın iç dünyası ile nasıl dallanıp budaklanırken yaşadığı fiziksel dünyasında varoluşu devam ederken ayrışamadığı ama o düşünce yapısı ile ezoterik ve bedensel ilişki arasında gidip gelmesine gerek kalmadan yaşayabileceğini geçmişten geleceğe bakış acısını sorgularken şimdiki zamanın içinde yoğunlaşması mutlak mükemmellik içinde içinde hareket edebilen saf düşüncenin kavrayış ile kurulmadığını ama yaşamın bakış acısının her insanın iç dünyasında ki farklılıkların mükemmel ifadesine yaklaşımını ifade ediyor Samuel Beckett.
Karton Cilt, 184 sayfa
1994 tarihinde, ayrıntı yayınları tarafından yayınlandı