Vüsat O.Benerin uzun ve yoğun öykü serüveninin üçüncü durağı Siyah- Beyaz... Kendi yatağında çağıltılı ve derinden akan öyküler okuyoruz yine. Sade, gerçekçi ve bizden... 1993 Yunus Nadi Yayımlanmamış Öykü ve 1993 Sedat Simavi Vakfı ödülü kazanan Siyah-Beyaz yine bildiğiniz lezzeti bırakacak damağınızda... TADIMLIKSiyah-BeyazTurgut Uyarın anısınaYürüyen kaldırımda duruyorum. Renk körlüğü mü başladı, okumuş muydum, uyduruyor muyum, köpekler siyah-beyaz görürmüş güya nesneleri, köpekleştim mi yoksa? Kuşkuya düştüğümü şimdi düşünüyorum. Her şey siyah-beyaz: Kıpkırmızı olması gereken neden? bakara gülleri, yemyeşil olması gereken niçin? çimenler, bordo olması gereken niye? spor arabasından mutlu çift gülücüklerini sergileyen reklam panoları... Bilinmeze götürüldüklerinden habersiz görünen soyunuk, ne erkek, ne dişi insanlar da duruyor, sırtları birbirlerine dönük, nereye baktıkları belli değil. Gökyüzü kapkara. Sağanak yağmur öncesi. Ben giyiniğim, ama titriyorum. Daha yürüyen yollara sıra gelmedi anlaşılan. Çift katlı otobüslerden biri önümde yavaşladı. Pencereleri tozlu. Durdu galiba. O mu, kaldırım mı? Hep aynı hizadayız. Düz mantık gereği ne o, ne kaldırım öyleyse. Arka sıralardan bir pencerenin camı açık. Bu ben miyim? Biri kürek kemiklerimin arasına sokulu anahtarı çevirmeye başladı, sol kolum belki de sağ kırık kırık kalkıyor. Ben de beni görmüş olmalı, başını çıkardı pencereden dev balyozlar pamuk yığınlarına dalıp çıkıyor, çıt yok, dudaklarının kıpırdanışını izliyorum benin, buluşalım demeye mi getiriyor? Sanırım. Ama nasıl, nerede, kaç yüzyıl sonra? İçimdeki gramofon His Masters Voice habire baştan çalıyor cızırtılı plağı: Saçmalama. Benimle mi ilgili bu uyarı? Sinirlenmemeliyim, oysa unutmuş olmalıyım öfkeyi. Ben konuşmayı sürdürüyor gibi. Sözcüklerin tek tek karşılıklarını bilmenin anlamsızlığını, birleştirildiklerinde bile anlam kazanmayabileceklerini anlamaktan uzağım. Zorla belleğini, anımsa kendini! Sabredin, buluşabilirsiniz. Hiç de inandırıcı değil artık, umut yok. Belki bir an duraklarsa itici güç, o andan yararlanabilirsek, yineleyebiliriz kesintiye uğrayan zamanı. Zaman kesintiye uğramaz, yinelenmez.O çok bilmişin duyamadığım sesi bilgisayar ekranına yansımaya başladı. Birden duyumsadım, okuyabildiğim, anlayabildiğim şaşkınlığı, gülünç savı yansımış olmalı gözlerime. Tansiyon ilacımı damlatmış mıydım? Çoğun savsaklıyorum da... Sorular, sözde yanıtlar sıralanıyordu ekranda; sormadığım halde. Geç kaldın. Yoksadığın zaman seninle oynar, sen onunla oynamayı başaramazsan. Yenik düştüm öyleyse. Yenik düşmeyi yeğlersen, yenilirsin. Bilinç sana özgü. İlk vuran kazanır. Kazanmak aklımdan geçmedi. Yanıt aramadın. Arayamadım, fırsat bulamadım, doğrulardan nefret ettim. Yanlışları mı irdeledin sadece. Belki. Peki nedir sence yanlış? Güçlü olduğu varsayılan zaman kavramından korkmak. Onun için mi üstüne yürüdün? Bilerek diyemem, genlerimin işi. Beni neden suçluyorsun öyleyse? Yalnız seni mi? Suçlanabilecek her şeyi, özellikle siyah-beyazı; suçlamak sorgulamayı getirir ardından. Tersi de düşünülebilir bence. Aferin! O da olabilir. Aklanmayı beklemezsen.Boşaldı ekran. Düz bir çizgi akıp gidiyordu. Durmuş olmalıydı yüreğim. Son bir çırpınışla ağzımı açtım, bağıramadım:BEKLEMEDİM. YENİLMEKTEN KORKMADIĞIMI SANDIM. YENİLDİM.Hâlâ yağmur yağacak.
Vüsat O.Benerin uzun ve yoğun öykü serüveninin üçüncü durağı Siyah- Beyaz... Kendi yatağında çağıltılı ve derinden akan öyküler okuyoruz yine. Sade, gerçekçi ve bizden... 1993 Yunus Nadi Yayımlanmamış Öykü ve 1993 Sedat Simavi Vakfı ödülü kazanan Siyah-Beyaz yine bildiğiniz lezzeti bırakacak damağınızda... TADIMLIKSiyah-BeyazTurgut Uyarın anısınaYürüyen kaldırımda duruyorum. Renk körlüğü mü başladı, okumuş muydum, uyduruyor muyum, köpekler siyah-beyaz görürmüş güya nesneleri, köpekleştim mi yoksa? Kuşkuya düştüğümü şimdi düşünüyorum. Her şey siyah-beyaz: Kıpkırmızı olması gereken neden? bakara gülleri, yemyeşil olması gereken niçin? çimenler, bordo olması gereken niye? spor arabasından mutlu çift gülücüklerini sergileyen reklam panoları... Bilinmeze götürüldüklerinden habersiz görünen soyunuk, ne erkek, ne dişi insanlar da duruyor, sırtları birbirlerine dönük, nereye baktıkları belli değil. Gökyüzü kapkara. Sağanak yağmur öncesi. Ben giyiniğim, ama titriyorum. Daha yürüyen yollara sıra gelmedi anlaşılan. Çift katlı otobüslerden biri önümde yavaşladı. Pencereleri tozlu. Durdu galiba. O mu, kaldırım mı? Hep aynı hizadayız. Düz mantık gereği ne o, ne kaldırım öyleyse. Arka sıralardan bir pencerenin camı açık. Bu ben miyim? Biri kürek kemiklerimin arasına sokulu anahtarı çevirmeye başladı, sol kolum belki de sağ kırık kırık kalkıyor. Ben de beni görmüş olmalı, başını çıkardı pencereden dev balyozlar pamuk yığınlarına dalıp çıkıyor, çıt yok, dudaklarının kıpırdanışı... tümünü göster
Biz, adına insanoğlu/kızı denilen varlıkların dünyası kesinliklerden oluşmadığından olsa gerek, bizim için belirsizlikler çok tedirgin edicidir. Hayatımızın herhangi bir parçasında oluşabilecek ufacık bir belirsizlik dahi bizi telaşlandırmaya ve endişeye sevk etmeye yetecektir. Bir tür iç hesaplaşma da diyebiliriz fakat bu durum toplumsal bir hâl almaya başladığında, hayatın sorgulanması ve bilinen kuralların tekrar gözden geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkacaktır. Bu sürecin başlayacağı yer ise yaşamın içinde yer alan bariz tezatlıkların farkındalığının yaşandığı ilk anda belirecektir.
Vüs'at O. Bener her ne kadar hayatın kesinliğini ve keskinliğini birarada yaşasa da aradaki sırat köprüsü kıvamındaki ince çizgiyi erken farketmiş ve bunu farkındalığını da ömrü boyunca boynunda taşımış bir yazardır. Bir kurgucu ve kuralcı yazar olmaktansa kendi kuralları ile yazmayı yeğlemiştir. '93 yılında -ölümünden 12 yıl kadar önce- aldığı Yunus Nadi Yayımlanmamış Öykü Ödülü ile gün yüzüne çıkan Siyah-Beyaz* öyküsü, adına da yaraşır nitelikte bir karşıtlık ve kısacık bir metinle nasıl olur da izlenimsel bütün tezatlıkların ortaya çıkarılabileceğinin kanıtı niteliği taşımaktadır. Aynı yıl yayımlanan bu öykü kitaba da adını vermiştir ve bununla birlikte toplam 17 öykü olarak YKY yayınlarından basılmıştır.
Klasik öykü tanımına pek uymayan ve aykırı yazımıyla dikkat çeken Vüs'at Bener, ödül aldığı ya da almadığı birçok öyküsüyle okuyucuyu ve kendini anlamaya çalışmıştır. Zaten kaleme aldığı öykülerinin konularının da daha çok toplumsal ve politik konular olması, hayatın içinde var olan ve zamanın sonuna dek var olmaya devam edecek olan insanın temel felsefi sorunlarının da tekrar masaya yatırılmasına neden olmuştur. Yazılarında kendi hayatına sık sık yer vermesi, yaşadığı döneme ve o dönemin insanlarına tanıklık etmesi açısından fazlasıyla önemlidir. Kitapta yer alan öykülerden Cezaevi Günleri, '60 döneminin bir bakıma aynası olmuştur. Sibel Oral'ın Sait Faik için söylediği “Bir asker eski palto giyemez mi?”** yıllar sonra Bener tarafından da onanmış, rütbeli bir subay, komünist olduğu iddiasıyla tutuklanmış ve cezaevine konmuştur. Aslında birkaç arkadaşı dışında kimseye itiraf etmese de komünist olmaya çalışmaktadır, fakat bu nedenle tutuklanmak ve cezaevine konmak ona, hayatındaki kişileri ve onların yaşamındaki yerlerini sorgulamasına neden olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca cezaevinde de olsa komün hayatın sürdürülmek istenmesi de onu yine ideolojik sorgulamaların ve doğrulamaların eşiğine götürecektir. İçeride geçirdiği yıllarda kendisiyle mahpusluk eden, Sinan Cemgil'in babası Adnan Cemgil'e ve Kore Birliği şehitlerine ithaf edilen bu öykü, o dönemde tutuklanmış ve yargılanmış birçok isme de selam göndermektedir. Anti-militarist mesajları ve Kore'ye gidip Hemingway'in yaptığı gibi orada yaşadıklarını ya da yaşayabileceklerini yazacak, bir yazar olmayı isteyecektir. Fakat devlet ve ordu, bir asker olmasına rağmen ona bu şansı ve hakkı tanımayacaktır.
Yazarların dünyasının büyük bir alanını kaplayan kadınlar ve erkeklerin onları çözme çabası, Bener tarafından da sıklıkla dile getirilen ve işlenen bir konudur. Bu ve buna benzer birçok medeni ahlak(!) konusunda o zamanda bu zamanda eksik ve ilkel olan toplumumuzun eleştirisi birçok öyküsünde kendine yer bulmuştur. Akranı öykücülerden ayrık tarzı da bu tür eleştirilerini daha cezbedici kılmıştır. Eski karısına/kocasına takıntılı bir çiftin değerlendirildiği Kırık Fincanlar adlı öykü, Bener'in “farklı” öykülerinden nadide bir örnektir. Ana karakterin ağzından dillendirdiği iç hesaplaşmalar ironi ve trajikomiklik arasında gidip gelmektedir. Öykünün bir yerinde, kitaba arka kapak yazısı da olacak bir şeyler karalar;
“Vicdan da kim? Ne işi var aramızda? O yüzden yürümeyecek öykü. Acıklı güldürü, tutmuyor melodramın karşılığını. Cinayet eksik, zayıfladı kurgu. Merakta bırakmalı seyirciyi. Ama ben sıkıldım, içim karardı, keçileri kaçıracağım neredeyse. Yazık değil mi okurlarıma: Şöyle bir tasarım nasıl? Sinirlenip yırtıyorum yazdıklarımı, iki tablet uyku ilacı, doğru yatağa! İyi de, millet sokağa dökülmüş, ellerinde pankartlar. 'Sorumlusun arkadaş! Diyeceğin yoksa ne demeye soyundun yazarlığa?”
Görülebileceği üzere “eleştirmek” kavramından anlaşılması gereken her şeyi anlayan yazar, öykünün tam ortasında kendini eleştirmek ve dolayısıyla topluma da eleştiri getirebilmek için, okuyucuyu kendi kişisel sorunları üzerinden etkileyebilecek güçtedir. Cümleleriyle ağzınızda bıraktığı buruk tat, bir bakıma onun kural-dışı yazarlığının, okurunun da klasik okur olmaması için çabası ile örtüşür.
Bir şekilde apolitize edilmiş yaşamların da tanığı olan yazar, daha önce de belirttiğim gibi Sait Faik'e öykünmüş olacak ki; gündelik hayatın koşuşturmacası içinde yer alan öğelerden birkaçını da cımbızla seçip, okuyucunun zihin tahtasına büyük harflerle yazmıştır. Yaşarken farkında dahi olmadığımız ve aslında hep yaptığımız davranışların gözlemi yazarın elinden sanki bunları biz değil de başka türden canlılar yapıyormuş etkisi yaparak karşımıza çıkıyor. Nefesinizi toparlamanıza fırsat bırakmayan öykülerin arasında serpiştirilmiş bu türden öyküler kitabın emniyet sibobu gibi duruyor olabilir ancak bir bakıma sorgulamalarla “bunalttığı” okuyucuyu biraz rahatlatmak adına yazarın bir oyunculuğu olarak addedilebilir. Zaten somut olaylar içinde soyut duyguları belirtmek Bener'in kaleminin ayrıksı bir özelliği olarak da görülebilir.
Kişisel görüşüm, onu öykünün Oğuz Atay'ı yaptığıdır. Anlatmak istediğim burada onları kastetmekten çok, Oğuz Atay gibi okurumuzun geç farkettiği ve farkettiği sıralarda da kaybettiği bir yazar olmasıdır. Alabildiğine devrik cümlelerinin arkasında aslında kendisiyle bir sorunu olan ve bu sorunu çözmek için de sorduğu sorulara okurlarıyla beraber cevap arayan bir yazarın gölgesi vardır. Çocukluğunu dahil hayatının tamamına yakınını eksik ve çalkantılı yaşamış bir neslin, terk-i diyar eylemeden önceki son sorgulayışlarına tanıklık etmenin bir faydası olacağına inanan birisi olarak, geçmişi ve günümüzü Vüsat' O. Bener'den dinlemenin tam zamanıdır. Belki de buna inanmıyorsunuzdur, o zaman onun satırlarıyla bitirelim;
“Yolculuk edilecekse geçmişe, tek başıma çıkarım sehpaya.Tanıklara gerek yok.”***
* Öyküyü Turgut Uyar'a ithaf etmiştir.
** http://www.sabitfikir.com/dosyalar/bir-asker-eski-palto-giyemez-mi
*** Vüs'at O. Bener – Siyah-Beyaz – YKY – sf 66.
---
23-12-2011 tarihinde SabitFikir'de yayınlanan yazımdır.
Onur Koçyiğit
Güzel bir dili var Vüs'at O. Bener'in, zengin bir dil bu ve şaşırtıcı. Okuma alışkanlıklarınızı sarsan bir dil. Sizi yenileyen bir dil. Bu yüzden mutlaka okunmalı. Mutlaka.
86 sayfa