Türk öykücülüğünün yüz akı Vüsat O. Bener, son öykülerinden oluşan Kapanda kendine özgü, kapalı bir ironiyle yaşamın ve ölümün üstüne gidiyor. Hastalıklarla boğuşurken yaşamdan yana tavrını koyan ama ölüme göz kırpma cesaretini de kendinde bulabilen yazar, gerçekleri kurmacaya ustalıkla yediriyor. Her cümlede Benerce kıvılcımlar çaktırıyor yine. Kısa, sağlam ve dipdiri öyküler sunuyor okuruna. TADIMLIKPaltoGogolün ünlü öyküsüyle ilgisi yok, deve tüyü, kolunu Nihalin okşadığı paltomun çalınması öyküsünün. Bakıştık. Arka bahçeye açılan pencereyi açık bırakan kim? Önemli mi? Biricik, hem hayli pahalıya patlayan paltomu almış götürmüş biri. Pervazda çamurlu ayakkabı izleri. Pencerenin yüksekliği bir metre bile değil. Zıpladın mı odadasın. Suçlamaya kalkmadık birbirimizi. Polise bildirmenin sonuç vermeyeceği açık. Kapıcı Musayla bitişik dairemiz. Daire sözü de laf ola. Sığınakmış da bozulmuş iki odalı, sobalı oturulacak mekân oluşturulmuş. Ağız arasam mı? Kışa giriyoruz, üstbaş nafile. Adamcağız şeytana uymuş olabilir. Doğrudan sen mi aldın denir mi? Dolaylı yoldan, kim olabilir acep? falan demeye kalmadı, öyle bir karşı çıktı ki, öldürecek sandım! Çaresiz sineye çekeceğiz. Ne ki, oldukça yıpranmış pardösümden başka kışı atlatacak başka paltom da yok. Düşman kesildi üstelik Musa. Çöpümüzü bile almıyor. Odun, kömür kırma işini de bana bıraktı. Ne yapalım, katlanacağız. Derken, aradan birkaç ay geçti sanırım. Soğuklar bastırdı. Musanın sırtında biraz eprimiş bir palto belirdi. Benim deve tüyü paltomu sattı, yerine bunu aldı Hergele Meydanından, dedim içimden. Kalkıp göz göre göre benim paltomu sırtına geçirecek değildi ya... Derken, bir gece gece yarısına doğru kapımız yumruklandı. Açtım. Musanın iri memeli, hantal karısı Zehra. Ağlıyor. Bak hele bey, Musa kör oldu zaar. Ev sahibi kaynak yapılacak bir şey vermiş buna. Musa da demircinin kaynak makinasını gözlerini koruyan nesneyi gözlerine takmadan kaynağı yapmış. Yanmış gözleri. Gelip geçerken tabelası gözüme ilişmişti. Op. Dr. falan. Göz uzmanı. Musa girdi koluma. Yakındı muayenehanesi adamın. Tırmandık merdivenleri. Dua etmeliymiş bana. Sabaha bıraksaydı, kör olurmuş gözleri Musanın. İlaçlar sürüldü. Bantlandı. Yirmi dört saat açılmayacak. İnşallah kurtulur. Kurtuldu Musa. Yine de kuşkulandığım için bağışlanmadım. Hep asık kaldı suratı. Biraz yumuşadı o kadar.Dönüşsüzlüğe ÖvgüNietzsche Ağladığındayı okuyorum günlerdir. Hâlâ umutsuzluğun doruğunda değilim. Oysa İpin Ucunda umudun nice soytarı, aldatıcı olduğunu belirtip, oyunun kahramanlarına buluşlarını alkışlatmıştım. Nietzsche ile bunca yakınlaştığımdan önce. Kendimle savaşta hep yenilgiye uğradım. Doktor Brauer de sonuçta Sigmund Freudun uyguladığı hipnoz yöntemi sonunda geriye döndü. Mathildeı, çocuklarını, tüm başarılı yaşamını hiçe sayıp, kendini doğrulamayı, özgürlüğün anlamını bulmayı imgelemişti. Zamanın boyutsuzluğunu, geriye ya da ileriye işlemezliğini ileri sürüyor, tüm akılcı ya da duygusal seçimlerin yinelenmekten ibaret kalacağını savlıyordu filozof. Doğru. Tastamam. Nereye varılacak? Varılamayacak bir yere, demiştim ben de. Yeniden, ta baştan başlansa da, kendi istencimizle yaşayamayacağımızı ben de iyice biliyorum.Yaşam bir deha işi değil. Bir sürgün, köle düzeni. Kurtuluşu ummak safdillik. İntihar seçimi bu yüzden gerekli. Ne ki yürek isteyen bir eylem. Hep tasarladım salt. Kendiliğinden oluşmasına bel bağlıyorum. Lucretius: Ölüm ben varken yok. Ben yokken de onun var olması anlamsız, demiş galiba. Nasıl inanabilir, bekleyebilirim. Hemen tüm yazarların ölüm beklentisine bel bağladıkları gerçek. Virginia Woolf, Ernest Hemingway, daha niceleri. Bittiyi algıladıklarında bu yolu seçtiler. Gerçekten yürekliydiler. Bencileyin zayıf, korkak değil.Doktor Brauer hipnozla saplantılarını yenmiş görünüyor. Daha kırk yaşında birdenbire yeniden kurmayı kurgulamışken yaşamını. Yenildi sonunda. Bilmiyorum. Nietzsche, böyle bir yenilgiye boyun eğmeyecek sanırım.Yarın cuma. Cumartesi döneceğim karanlığıma. Bay Muannit Sahteginin Notlarında, ölümü beklerken, gece gündüz içeceğini yazmıştım. Olanakları sınırlı. Bunu da beceremeyeceği doğal.Kimi dostlarımın sabahtan başladıklarını söyledikleri günü anımsıyorum. Hiç de kınamamıştım. Doğruydu eylemleri. Salı günü karım gelecek. O alacak dizginleri eline. Ben bir doğa çarpığı, köpek dürtüsüyle boyun eğmek zorundayım koyduğu yasaklara.Susayım en iyisi. Uyumaktan başka çarem yok. Uyandığımda acılara katlanmayı sürdüreceğim yaşadıkça.
Türk öykücülüğünün yüz akı Vüsat O. Bener, son öykülerinden oluşan Kapanda kendine özgü, kapalı bir ironiyle yaşamın ve ölümün üstüne gidiyor. Hastalıklarla boğuşurken yaşamdan yana tavrını koyan ama ölüme göz kırpma cesaretini de kendinde bulabilen yazar, gerçekleri kurmacaya ustalıkla yediriyor. Her cümlede Benerce kıvılcımlar çaktırıyor yine. Kısa, sağlam ve dipdiri öyküler sunuyor okuruna. TADIMLIKPaltoGogolün ünlü öyküsüyle ilgisi yok, deve tüyü, kolunu Nihalin okşadığı paltomun çalınması öyküsünün. Bakıştık. Arka bahçeye açılan pencereyi açık bırakan kim? Önemli mi? Biricik, hem hayli pahalıya patlayan paltomu almış götürmüş biri. Pervazda çamurlu ayakkabı izleri. Pencerenin yüksekliği bir metre bile değil. Zıpladın mı odadasın. Suçlamaya kalkmadık birbirimizi. Polise bildirmenin sonuç vermeyeceği açık. Kapıcı Musayla bitişik dairemiz. Daire sözü de laf ola. Sığınakmış da bozulmuş iki odalı, sobalı oturulacak mekân oluşturulmuş. Ağız arasam mı? Kışa giriyoruz, üstbaş nafile. Adamcağız şeytana uymuş olabilir. Doğrudan sen mi aldın denir mi? Dolaylı yoldan, kim olabilir acep? falan demeye kalmadı, öyle bir karşı çıktı ki, öldürecek sandım! Çaresiz sineye çekeceğiz. Ne ki, oldukça yıpranmış pardösümden başka kışı atlatacak başka paltom da yok. Düşman kesildi üstelik Musa. Çöpümüzü bile almıyor. Odun, kömür kırma işini de bana bıraktı. Ne yapalım, katlanacağız. Derken, aradan birkaç ay geçti sanırım. Soğuklar bastırdı. Musanın sırtında biraz eprimiş bir palto belirdi. B... tümünü göster
Okudukça açıldı,yeni tanıdığı biriyle samimiyeti yavaşca arttıran biri gibi..
Bazı insanlar vardır. Kendini dinlettirmeyi bilen..
Kapan da işte öyle bir kitap.
Bir kere okunup kenara koyulacak bir kitap kesinlikle değil. Kapalı, çok zor öyküler, üstelik hepsi ortalama 2 sayfa uzunluğunda. Biraz da otobiyografik izler taşıyor.
67 sayfa