Hesenê Metê bir sürgün yazarıdır. Sürgünlüğü henüz çocukken başlamıştır. Ve yazdıklarına bakınca da, bu sürgünlüğün bütün izlerini, darbelerini, acılarını, kederlerini görmek mümkün. Fakat sürgünlüğü bir tür keder olarak yaşamıyor. Sürgünlüğün bütün kederini, bütün ızdıraplarını, bütün sancılarını, çok ince bir mizahın altına gizliyor. Mizahı bir tür keder gibi kullanıyor. Mizah diline vuruyor, öylesine ki, an geliyor, o kahramanların haline sadece gülüyorsunuz. Aslında bu müthiş bir ironidir. Dalga geçmiyor, komikleştirmiyor, sizin de onlarla dalga geçmemize izin vermiyor, onları tanıdıkça bıyık altından gülüyoruz, yüzümüze tatlı bir tebessüm yayılıyor.Hesenê Metê, sürgünün ruh halini, bir isyana dönüştürmedi, o hayat içinde bile insanın erdemlerine, zaman zaman direnişine, zaman zaman teslim oluşuna, bazen zaaflarına, çoğu zaman sakat yanlarına, sürgünün o kahramanların ruh hali üzerindeki etkilerine yöneldi. Buradan bir üslup bulmaya çalıştı. Çoğu zaman mevcut durumun sadece fotoğrafını çekti, o fotoğrafın arabında, aslında kendi suretini gördü, arkadaşlarının çehresini fark etti. Saldırganlaşmadı, öfkesini tutumlu kullandı, tek atımlık barutu olmadığını ispatladı.Bu durum da onu, anlattığı delileriyle, bozguna uğramış kahramanlarıyla biraz Gogola yaklaştırdı, üzerlerinde atamadıkları memur zihniyetleriyle biraz Çehova, benimsediği sade ve basit dille de Türk edebiyatında Sait Faike...
Hesenê Metê bir sürgün yazarıdır. Sürgünlüğü henüz çocukken başlamıştır. Ve yazdıklarına bakınca da, bu sürgünlüğün bütün izlerini, darbelerini, acılarını, kederlerini görmek mümkün. Fakat sürgünlüğü bir tür keder olarak yaşamıyor. Sürgünlüğün bütün kederini, bütün ızdıraplarını, bütün sancılarını, çok ince bir mizahın altına gizliyor. Mizahı bir tür keder gibi kullanıyor. Mizah diline vuruyor, öylesine ki, an geliyor, o kahramanların haline sadece gülüyorsunuz. Aslında bu müthiş bir ironidir. Dalga geçmiyor, komikleştirmiyor, sizin de onlarla dalga geçmemize izin vermiyor, onları tanıdıkça bıyık altından gülüyoruz, yüzümüze tatlı bir tebessüm yayılıyor.Hesenê Metê, sürgünün ruh halini, bir isyana dönüştürmedi, o hayat içinde bile insanın erdemlerine, zaman zaman direnişine, zaman zaman teslim oluşuna, bazen zaaflarına, çoğu zaman sakat yanlarına, sürgünün o kahramanların ruh hali üzerindeki etkilerine yöneldi. Buradan bir üslup bulmaya çalıştı. Çoğu zaman mevcut durumun sadece fotoğrafını çekti, o fotoğrafın arabında, aslında kendi suretini gördü, arkadaşlarının çehresini fark etti. Saldırganlaşmadı, öfkesini tutumlu kullandı, tek atımlık barutu olmadığını ispatladı.Bu durum da onu, anlattığı delileriyle, bozguna uğramış kahramanlarıyla biraz Gogola yaklaştırdı, üzerlerinde atamadıkları memur zihniyetleriyle biraz Çehova, benimsediği sade ve basit dille de Türk edebiyatında Sait Faike...
Hesenê Metê'nin sürgündeki Kürtler ve kendi yaşamından hikayelerinin bir arada toplanıp türkçeye çevrildiği mizahi bir kitap.İroni denen şeyi çok iyi yapıyor. Kitapta geçen kişilerin isimleri ise çok güzel. Kitabın sonundaki hikayede oğul ile annenin telefonda birbirleriyle konuşması ise yürek yakan cinsten. Hangimizin annesi bizimle öyle konuşmadı ki ?
Bu da kitaptan bir paragraf. Okurken defterime not etmiştim.:
"Melayê Cizirî, kendi halkının mağduriyetlerini, yine kendi halkının kayalarına oturarak yazardı ve yazdığı şiirlerini de o kayaların üzerinde yüksek sesle halkına okurdu. Sonra da, şiirlerinin gücüyle kızgın sac gibi ısınan kayalara, kadınlar gelir hamurlarını yapıştırır,ekmek pişirirdi."