Kaç yıldır çalışıyorsunuz kullandığınız araba için? Ne kadar faiz ödüyorsunuz ev kredinize? Kaç patron fırçası yemeniz gerekiyor yeni taktıracağınız çelik kapı için? Nefret ettiğiniz kaç insana efendim diye hitap ediyorsunuz, henüz izlemediğiniz ve muhtemelen de hiç izlemeyeceğiniz ama zamanında sadece on iki dakikada tamamını internetten indirdiğiniz film için? Kaç bayram geçirdiniz sevdiğiniz bir çocuğa harçlık vermeden, mağazadan çıkar çıkmaz aynısını başkasının üzerinde gördüğünüz o harika kazağı almak için? Kaç işgünü uzaklıktasınız hep hayalini kurduğunuz tatile?
Ne kadar farklı verilen cevaplar birbirinden?
Adınız ne kadar etkiliyor toplumdaki yerinizi? Siz olmasaydınız ne olurdu sahi? Hangi işleyişine zarar gelirdi büyük resmin? Mekanik uygarlıkta yeriniz, rölünüz ne sizin? Biyolojik olarak sizi sevmeye programlı olanların dışında, kaç insan gerçekten etkilenir ölümünüzden? Adınızı kim hatırlar bir nesil sonra? (sayfa 27)
Sırf otorite tarafından bastırıldığı için birer felaket olarak adlandırılan şeylere sırt çevirmemek gerektiğininin savunusunu yapıyor. “Aslında” diyor Palahniuk “bizler bu fikre aşığız. Kıyametin gelişini bilinçdışında romantik bir şey olarak algılıyoruz. Ve her yıl aynı numarayı yemekten bıkmıyoruz: domuz gribi, SARS, AIDS, Y2K…” Ama iş, kendi hayatlarımıza ve kıyamet fikrini bizim minik yaşamlarımıza uyarlama fikrine geldiğinde, afallıyoruz. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Felaket senaryolarını bu kadar sevmemize rağmen, bize felaketi getirebilecek her şeyden kaçıyoruz. Kaçtıkça da olduğumuz yere saplanıp kalıyoruz. Kanunlara, kanun koyucularına ve otoriteye sonuna kadar boyun eğiyoruz. (sayfa:13)
Başka insanların başlarına gelen felaketler veya kitle iletişim araçları yardımıyla vekaleten tanık oldukları acılar, onlarda empati, suçluluk hissi ya da ahlaki sorgulama yaratmaz. Kitle iletişim araçlarında şahit olunanların bireyde tetiklediği duygular, kendi hayatları için duydukları şükran hissi ve daha fazlasına sahip olmak için hissedilen açgözlülüktür. (sayfa:83)
Kaç yıldır çalışıyorsunuz kullandığınız araba için? Ne kadar faiz ödüyorsunuz ev kredinize? Kaç patron fırçası yemeniz gerekiyor yeni taktıracağınız çelik kapı için? Nefret ettiğiniz kaç insana efendim diye hitap ediyorsunuz, henüz izlemediğiniz ve muhtemelen de hiç izlemeyeceğiniz ama zamanında sadece on iki dakikada tamamını internetten indirdiğiniz film için? Kaç bayram geçirdiniz sevdiğiniz bir çocuğa harçlık vermeden, mağazadan çıkar çıkmaz aynısını başkasının üzerinde gördüğünüz o harika kazağı almak için? Kaç işgünü uzaklıktasınız hep hayalini kurduğunuz tatile?
Ne kadar farklı verilen cevaplar birbirinden?
Adınız ne kadar etkiliyor toplumdaki yerinizi? Siz olmasaydınız ne olurdu sahi? Hangi işleyişine zarar gelirdi büyük resmin? Mekanik uygarlıkta yeriniz, rölünüz ne sizin? Biyolojik olarak sizi sevmeye programlı olanların dışında, kaç insan gerçekten etkilenir ölümünüzden? Adınızı kim hatırlar bir nesil sonra? (sayfa 27)
Sırf otorite tarafından bastırıldığı için birer felaket olarak adlandırılan şeylere sırt çevirmemek gerektiğininin savunusunu yapıyor. “Aslında” diyor Palahniuk “bizler bu fikre aşığız. Kıyametin gelişini bilinçdışında romantik bir şey olarak algılıyoruz. Ve her yıl aynı numarayı yemekten bıkmıyoruz: domuz gribi, SARS, AIDS, Y2K…” Ama iş, kendi hayatlarımıza ve kıyamet fikrini bizim minik yaşamlarımıza uyarlama fikrine geldiğinde, afallıyoruz. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Felaket senaryolarını bu kadar sevmemize rağmen, bize felaketi getireb... tümünü göster
Romanını okuyup filminide izlediyseniz çok keyif alacağınız bir kitap. Hiç düşünmediğiniz çözümlemeler var "haa demek ondanmış" dedirten cinsten. Hayranları mutlaka okunmalı.
içinde yaşadığımız hayatı az da olsa sorgulamamızı sağlayacak bize sunulan şıklar ışında tercihler de olabileceği söyleyen derin kişilik analizleri olan okunacak bir kitap
308 sayfa
Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlandı