Uruktan kuzeye doğru yayan üç saatlik mesafede soluk soluğa durdu. Henüz öğleden önce olmasına rağmen, güneş yakıcılığını hissettiriyordu. Alnında oluşan ter damlaları, ince çizgiler halinde saçlarının arasından aşağı akıyordu; bunları kurutacak en küçük bir esinti bile yoktu. Sanki bir yarışmayı kazanmak ister gibi bütün yol boyunca durmaksızın koşmuştu. Belki de bir yarıştı bu, son derece yalnız bir yarış: Gılgameş tüm dünyaya karşı.
Günler ve geceler birbirlerini takip ederek akıp gitti. Geceleri doğan ay güneşin yerini alıyordu, ta ki güneş yeniden yükselene kadar. Yoksa aynı anda mı bulunuyorlardı gökyüzünde? Yıldızlar görüyordu gökyüzünde Gılgameş, gece ve gündüz yıldızlar. Yoksa zamanların akışı arasında bir fark kalmamış mıydı? Önceden açlık ve susuzluk çekiyordu, ama sonra bunları hissetmez oldu. Dudakları çatlamış, ağzı şişmişti. Derisini bir tuz tabakası kaplamıştı, yarı yarıya bir balık olmuştu artık. Bazen hayret edilecek bir şekilde kararıyordu çevresi, o zaman bilincini yitiriyor ve çok sonra uyanabiliyordu ancak... Yoksa her şey aynı anda mı oluyordu?
Ben Gılgameşim, Uruk kralı! diye sesleniyordu balıklara ve onlara yorgun bir hareketle el sallıyordu.
Uruktan kuzeye doğru yayan üç saatlik mesafede soluk soluğa durdu. Henüz öğleden önce olmasına rağmen, güneş yakıcılığını hissettiriyordu. Alnında oluşan ter damlaları, ince çizgiler halinde saçlarının arasından aşağı akıyordu; bunları kurutacak en küçük bir esinti bile yoktu. Sanki bir yarışmayı kazanmak ister gibi bütün yol boyunca durmaksızın koşmuştu. Belki de bir yarıştı bu, son derece yalnız bir yarış: Gılgameş tüm dünyaya karşı.
Günler ve geceler birbirlerini takip ederek akıp gitti. Geceleri doğan ay güneşin yerini alıyordu, ta ki güneş yeniden yükselene kadar. Yoksa aynı anda mı bulunuyorlardı gökyüzünde? Yıldızlar görüyordu gökyüzünde Gılgameş, gece ve gündüz yıldızlar. Yoksa zamanların akışı arasında bir fark kalmamış mıydı? Önceden açlık ve susuzluk çekiyordu, ama sonra bunları hissetmez oldu. Dudakları çatlamış, ağzı şişmişti. Derisini bir tuz tabakası kaplamıştı, yarı yarıya bir balık olmuştu artık. Bazen hayret edilecek bir şekilde kararıyordu çevresi, o zaman bilincini yitiriyor ve çok sonra uyanabiliyordu ancak... Yoksa her şey aynı anda mı oluyordu?
Ben Gılgameşim, Uruk kralı! diye sesleniyordu balıklara ve onlara yorgun bir hareketle el sallıyordu.
Mezopotamyanın mitolojik olarak yunanistandan pekte gerri olmadığını çok güzel anlatıyor....
Kitabı bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okudum. Mitoloji severler için çok sürükleyici bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Roman pek okumadığımdan özellikle mitoloji sevmediğimden bana biraz sıkıcı geldi açıkçası. Gılgamış destanını hiç okumamış biri olarak benim için iyi bir genel kültür olmuş oldu. Saygılar.
528 sayfa
Eylül2011 tarihinde, Profil tarafından yayınlandı