Ünlü ressamın usta kaleminden; Cardonlar ve Yakutiler yıllar sonra yeniden!Ünlü ressam Cihat Burak, hem resimde, hem öyküde üsluplar, kişilikler yönünden tutarsız görünen bir ortamda, kendi tarzını yaratmış ve güvenlik altına almış bir isim. Mimarlığını gölgeleyen resmiyle öne çıktığı bir dönemde Cardonları yayımlayarak, büyüleyici fırçasının yanına, usta kalemini de ekledi, 1980lerin başında. Ardından, 1992 Yunus Nadi Öykü Ödülünü kazanan Yakutilerle, bu kanıyı pekiştirdi. Yıllar sonra, pırıltısından hiçbir şey yitirmeyen resimleri gibi öyküleri de hâlâ capcanlı...Yakutilerde günlük yaşamdaki ve kültürümüzdeki hızlı değişmeler gösterilirken yanlış eğitimin, tersine dönen devlet çarkının eleştirileri yapılıyor. İnsan ilişkilerinin, doğa ve çevrenin yozlaştırılmasına karşı uyarıların dile getirildiği öykülerde, yazı dilinin alışılmış kurallarına zaman zaman hoş bir biçimde yan çizen Burak, konuşma dilini çok canlı, çok çekici biçimde kullanıyor. Cardonlar ve Yakutiler; bu kez yazarının elyazısı örnekleri ve desenleri eşliğinde; Ferid Edgünün sunuşuyla... TADIMLIKArabacının OğluBu sabah erken uyandım nedense; çalar saat bir muziplik yapmamışsa saat yedi bile değil, bir süreden beri edindiğim kötü âdete uydum yine; arka arkaya iki üç sigara içip kalktım; erken uyandım bari erkenden yola çıkayım hiç olmazsa yürürüm, hem de banyoya girip traş oldum, yüzümü de kestim biraz... İçinde önemli hiçbir şey olmıyan çantamı elime alıp çıktım yola! Defterdar Yokuşunu inerken İtalyan Hastahanesine gelmeden Acıçeşmenin* önünde durup kitabesini okumak geldi aklıma nedense; kitabe kararmış, yazıları güç okunuyor, hazret mazret lafları var, biyerinde de Mahmut kelimesi, yaptıranın adı mı, yoksa bizim tarihimizde iki olan sultanlardan birinin adı mı? Sökemiyorum bir türlü, bu sırada yanımda biri: -- Ne hayvan suladım ben bu çeşmeden, diye konuştu; orta boylu tombulca, sarışın, mavi gözlü bir adam, ben yaşlarda... Ne hayvanı? diye sordum; -- At dedi, on iki atlı arabamız vardı bizim, babam arabacıydı! Nasıl dedim, on iki at koşulu arabanız mı vardı? Gözümün önünde on iki at koşulu görkemli bir araba canlanıyor, ama olmaz, saltanat arabalarına bile on iki at koşulmaz, top arabalarında bile çengel, çıvgar dipdipe ikişerden altı kadana vardır! Yok dedi adam, on iki at koşulu değil, on iki arabamız vardı, hayvanları sulamıya ben getirirdim bu çeşmeye... Birden çocukluk anılarım geldi gözlerimin önüne, Mediha halamın aşağı kattaki mutfaktan yemek tepsisi ellerinde bizim kata çıkışı, suyu, meyveleri soğutmak için kardeşlerimle Acısu Çeşmesinden kovaları dolduruşumuz; adı üstünde zaten, suyu acıydı ama buz gibiydi... Çenber siyah sakallı bir adamcağız evimizin hemen karşısındaki bostana durmadan su taşırdı bu çeşmeden sabahtan akşama kadar... -- Evet dedim, bizim de evimiz hemen biraz yukardaydı yolun üstünde, ben de eve su taşırdım bu çeşmeden, meyve, su filan soğutmak için, o zaman buzdolabı filan yok tabi, ama sonra kuruttular çeşmeyi; yalağını örttüler... Neyi kurutmadılar ki, dedi. Bizim ahır arkada yokuş vardır, oradaki ayazmadaydı; Kadirler Yokuşu mu dedim, orada ayazma mı vardır? Evet dedi, ayazma vardır, nah böyle tünel gibi kemerli, orada kalırdı atlar; hele bir tanesi vardı, ne gem ne kantarma istemez, adı Marko, arkamdan gelirdi çeşmeye yürüyerek, tıpış tıpış... Konuşarak yokuştan aşağı iniyoruz, şimdi Atabey Laboratuvarının bulunduğu adayı gösterdi: -- Arabaları bu binaların arkasındaki meydana bırakırdık, tekerleklerini zincirleyip! -- Zincir mi dedim, niye? -- Zincirledik dedi, çalmasınlar diye! Arabayı nasıl çalarlar diye soruyorum, araba bu; yani otomobil anahtar uydurur filan içine biner gidersin, arabaya at koşmak lazım, nasıl çalınır? -- Hırsız her yerde vardır, her zaman vardır çalarlar, dedi. -- Firuzağalı mısın? diye soruyorum: -- Doğma büyüme Cihangirliyim diyor, Ben de Cihangirliyim diyorum, doğma değil ama büyüme! Birden ayazmaya gitti aklım, Kadirler Yokuşunda ayazma olduğunu duymamıştım hiç, soruyorum.-- Ayazma duruyor mu hâlâ, var mı?-- Duruyor, üstüne apartman filan yapmışlar... Konuşa konuşa iniyoruz yokuşu, yaş kaç diye soruyorum, elli sekiz yaşındaymış... -- Babam kamçı kullanmazdı hiç, diye anlatıyor: -- Kullanırdı ama şaklatmak için, fiyaka olsun diye, yoksa hayvanlara vurmak değil! Peder sağ mı? diye sordum. Yok dedi, öldü; Üsküdarda arabadan düşmüş, başı mezarlık duvarına çarpmış, menenjit oldu öldü; her halde beyin kanamasından olmalı diye düşündüm... Hastaneye kaldırdık, bir gün gittim yoklamaya hali fenaydı, çıkarın beni burdan su vermiyorlar, susuzluktan öleceğim dedi; ertesi gün gittik, gece susamış, ördekteki sidiğini içmiş kendine gelmiş; aldık eve getirdik yatağına yatırdık, para çıkardı cebinden, anneme verdi, kasaptan yarım kilo kıyma al da yumurtalı kıymalı bir ıspanak yap dedi, başı yanına düştü öldü!Yokuşun altına gelmiştik, Hadi Allaha ısmarladık dedim ayrıldık, yürüye yürüye rıhtıma geldim, bari bir gazete alayım da Köprünün altındaki kahvede bir kahve içeyim diyorum, kahvenin önündeki iskemlelerden birine iliştim; bir iki kişi balık tutuyor... Gazeteyi açtım göz gezdirirken baktım bilmecesini birileri çözmiye çalışmış, hay Allah kahretsin diyorum içimden; arabacının oğlunun hakkı varmış, gazete bilmecesinde bile hırsızlık oluyormuş meğer!1 Aralık 1977 Cuma / Cağaloğlu
Ünlü ressamın usta kaleminden; Cardonlar ve Yakutiler yıllar sonra yeniden!Ünlü ressam Cihat Burak, hem resimde, hem öyküde üsluplar, kişilikler yönünden tutarsız görünen bir ortamda, kendi tarzını yaratmış ve güvenlik altına almış bir isim. Mimarlığını gölgeleyen resmiyle öne çıktığı bir dönemde Cardonları yayımlayarak, büyüleyici fırçasının yanına, usta kalemini de ekledi, 1980lerin başında. Ardından, 1992 Yunus Nadi Öykü Ödülünü kazanan Yakutilerle, bu kanıyı pekiştirdi. Yıllar sonra, pırıltısından hiçbir şey yitirmeyen resimleri gibi öyküleri de hâlâ capcanlı...Yakutilerde günlük yaşamdaki ve kültürümüzdeki hızlı değişmeler gösterilirken yanlış eğitimin, tersine dönen devlet çarkının eleştirileri yapılıyor. İnsan ilişkilerinin, doğa ve çevrenin yozlaştırılmasına karşı uyarıların dile getirildiği öykülerde, yazı dilinin alışılmış kurallarına zaman zaman hoş bir biçimde yan çizen Burak, konuşma dilini çok canlı, çok çekici biçimde kullanıyor. Cardonlar ve Yakutiler; bu kez yazarının elyazısı örnekleri ve desenleri eşliğinde; Ferid Edgünün sunuşuyla... TADIMLIKArabacının OğluBu sabah erken uyandım nedense; çalar saat bir muziplik yapmamışsa saat yedi bile değil, bir süreden beri edindiğim kötü âdete uydum yine; arka arkaya iki üç sigara içip kalktım; erken uyandım bari erkenden yola çıkayım hiç olmazsa yürürüm, hem de banyoya girip traş oldum, yüzümü de kestim biraz... İçinde önemli hiçbir şey olmıyan çantamı elime alıp çıktım yola! Defterdar Yokuşunu inerken İtalyan Has... tümünü göster