İnsanın, modern hayatın eline düşmeden, basit bir şekilde yaşayarak hayatını sürdürebileceğini detaylarıyla anlatıyor. Bunu, Walden'in kenarında kendi yaptığı kulübesinde, kendi meyve/sebzesini yetiştirerek, avlanarak sağlıyor. Doğayı en ince detaylarıyla anlatıyor. Totalitar kurum ve düzenlerin insan hayatına etkisini reddedip, kendi arzu ettiği hayatı yaşıyor.
"İnsanların çoğu, nispeten bağımsız yaşanan bu ülkede bile, yalnızca cehalet ve yanılgıları yüzünden, hayatın ilgi gösterilecek sahte alanları ve aşırı ağır işleriyle o denli meşguller ki, daha güzel meyvelerini toplayamıyorlar."
"Uygar insanların uğraşları ilkel insanlarınkinden daha değerli değilse, o, ömrünün büyük bir kısmında yalnızca temel gereksinimlerini karşılamak ve rahatlığa kavuşmak için harcıyorsa, neden ilkel insanın çadırından daha iyi bir barınağı olsun ki?"
İnsan, toplum, yaşam üzerine derinlemesine, bazen ağır yorumlarda bulunuyor. Ama her düşüncesinin mantıklı bir savunması mevcut.
"Yaşamın lüks ve konforu diyebileceğimiz çoğu şey zorunlu olmamakla kalmıyor aynı zamanda insanlığın yücelmesinin önünde birer teşkil ediyorlar. Lüks ve konfor söz konusu olduğunda, en akıllılar öteden beri yoksullardan daha sade ve basit hayat sürmüşlerdir."
"Akıllı insanların değerli bir şeyi mutlaka yaşayarak öğrendiklerini hiç sanmıyorum. Yaşlıların gençlere verebilecekleri değerli bir öğütleri gerçekten yoktur."
Kitabın sonundaki sivil itaatsizlik makalesinde devlet ve yönetime eleştiriler getiriyor.
"Neyin doğru neyin yanlış olduğuna çoğunluğun değil de vicdanın karar verdiği bir yönetim olamaz mı?"
Ayrıca o bilinen cümlesi de bu kitapta geçiyor.
"Bana aşk, para, şöhret değil, gerçeği verin."
Çevrecilerin baştacı. Thoreau'nun 1845-47 yılları arasında ikamet ettiği Walden Gölü hakkında tuttuğu günlük ve notlarla, Sivil İtaatsizlik makalesinin beraber yer aldığı kitap.
Yazar metnini, kitle esaretine yol açan ekonomik atılım ve kaygılara hicivle dolu bir yergi düzerek açıyor. Temel ihtiyaçları tanımlamaya kendi öz ihtiyaçları üzerinden yaklaşıyor. Gösteriş budalalığı ve açgözlülüğü yeren ve sade bir yaşamı öğütleyen metninde tüm statü sembolleri ve yapmacık hayat tarzları ele alınmış. Toplum yaşamını korumak adına bireyin varlığının eritildiğini belirten yazar, kilise de dahil olmak üzere tüm kurumları eleştirmekten geri durmuyor. Dönemin yaygın görüşlerinden biri olan "Mutlu vahşi" kavramı üzerinden toplum ve medeniyet irdelemeleri yapan yazar, son derece lirik tasvirlerle günlük yaşamını ve düşünce zincirlerini okuruyla paylaşmış.
Gününe değer katabilmenin tüm sanatların en yücesi olduğunu, entellektüel arayışların önemini vurgulayan yazar; toplumsal adaletsizlikler üzerinden güçlü betimlemeler yapmış. Üstü kapalı hiciv ve bol tezat kullanan yazar, doğu mistisizmine dair hoş alıntılar ve güzellemelerle dolu pasajlar kaleme almış. insanların hayatlarını değiştirmekten, risk almaktan korktuklarını vurgulayıp saplantılı ve tekdüze yaşanan hayatları eleştirmiş. Tarımsal çabalarını ve elde ettiği kazanımları da okuruyla paylaşan yazar, monokültür uygulamasının yanlışlığına değiniyor ve çiftçileri uyarıyor. tarımın sanayileşmesine, çevreyi düşünmeden tarım ve sanayi hamleleri yapmaya meraklı olan girişimcilere son derece tepkili olan bu münzevi, dünyayı kaybettiğimiz zaman kendimizi bulmaya başlayacağımız argümanını savunuyor.
Gittiği her yerde kurumların kişiye pençesini geçirmeye çalıştığını ifade eden Thoreau, sıkı bir vejeteryanlık savunusu yapıyor. Her türlü uyarıcıyı hayatından çıkarmış olan yazar, bolca İnci alıntısı yapıyor ve kimi yerlerde Bhagavad Gita'dan pasajlar paylaşıyor okuruyla. mitolojiden sıkça örnekler veren yazar, Çok güçlü bireysellik savunuları yapıyor: "Bir adamın topluma karşı tavır almasına gerek yoktur, ama kendi varlığının kanunlarına uymak için takınması gereken tavrı korumalıdır." Doğanın içerisinde gerçeğin kendisini arayan yazar, gereksiz önkabulleri değil, para, şan ,şöhret gibi geçici şeyler değil sadece hakikati talep ediyor.
Sivil İtaatsizlik makalesine geçildiğinde, metni " en iyi yönetim en az yönetendir" prensibi üzerinden kurum ve militarizm eleştirileriyle açıyor. Ticaret ve iş dünyasının esnek olmasaydı kanun koyucuların önlerine koyduğu tüm engelleri aşamayacağını belirten yazar, yönetimin ortadan kalkmasını değil iyileştirilmesini savunuyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna çoğunluğun değil vicdanın karar vereceği bir sistemin hayalini kuran Thoreau, haklara besleğimiz saygının kanunlara beslenmesinin beklenemeyeceğini savunuyor. Köleliği reddeden yazar, özgürlük meselesinin bile serbest ticaret konusuna öncelik verilmek için kenara konabildiğine isyan ederken hümanist yaklaşımıyla göz dolduruyor. Le Bonvari bir yaklaşımlar insan yığınlarının eylemlerinde çok az erdem bulanabileceğini ifade eden yazar, statü ve sermayenin insanla nesnelerin ve doğanın arasına girdiğinin altını çiziyor.
Yönetim mekanizması kişiyi başkasına yapılacak bir kötülüğe aracı yapıyorsa yasaların açıkça çiğnenmesi ve dikkate alınmaması gerektiğini belirten yazar, devletin damgaladığı insanların bakış açısının kökten değişmesini kendi nezarethane anekdotu aracılığıyla yermiş. sivil itaatsizlik eylemlerini hiciv ve hoş örneklerle tanımlamış.
"En iyi yönetim, en az yönetendir." Ya yönetilen olursun, köle gibi, parya gibi kullanılırsın; ya da özgürlüğün peşinde koşup kendin çalar, kendin oynarsın. Seçim senin!
Hayata dair çoğunlukla hak verdiğim fakat yer yer de katılmadığım birçok şey söyleyen bir kitap. Thoreau'nun düşünceleri içinde yaşadığı Amerikan toplumununkiyle pek uyuşmuyor, hatta daha çok doğu hayat görüşlerine yakın. Zira bütün o sanayi atılımları ve getirdiği ekonomik ve toplumsal düzene karşı çıkıyor, bir insanın çok az eşya ile de yaşayabileceğini hatta asıl mutluluğun bunda olduğunu savunuyor. Okunması gereken kitaplardan.