Başlangıcıyla sonu arasında geçen bir öykü..
Başta hissedilmeyen ama acısı sonradan çıkan güneş yanığı tadında bir anlatım.
Etkileyiciydi.
Olaylar o kadar biz ki aslında...Klasik Türk insanı ikilemlerini yaşadım kesinlikle...İç hesaplaşmaların bitmediği bir lokmalık keyifli bir kitaptı.Yeşilçam Filmlerini seviyorsanız bunu da seversiniz.Zira insanın damağında bıraktığı tad aynı...
Kapağı çok ilgimi çektiği için okumayı çok istemiştim ve okudum. 1 saat süren okuma süremin ilk başlarında dili bakımından ilgimi çeken bir kitap oldu. Şarkı sözlerinden kitap yazmış İlhami Algör. Film montajcısı bir adam hayatı şarkı sözleriyle ve film kesitleriyle yaşıyor. Çok sevdiği bir Müzeyyen var, karısı. Açıkçası kullandığı dilin karmaşıklığı ve hep aynı nispette seyretmesi birkaç sayfa sonra canımı sıkmaya başladı. Yazar, hikayeye girmenize ne diliyle izin veriyor ne de hikayeyle ilgili ipuçları veriyor. Evet ortada bir hikaye var gibi duruyor ama yazar tarafından anlatılmaya gerek duyulmuyor. Tabii ki bu bir tercih. Böyle bir kitap yazmak istemiş ve yazmış yazar. Fakat bana hitap etmedi. O güzel kapağın içinde çok daha açık ve anlaşılır, tam olarak anlatılmaya değer görülmüş bir hikaye yer almalıydı bana göre. Filmi de varmış. İzlemek lazım.
Saray uyur, burnu uyur, şehir uyur, martılar uyumaz.Bir de karşı apartmanı arka pencerelerinde biri.O ışık bana iyi gelirdi.Nedenini bilmezdim.
Adı ve ilk paragrafıyla beni fazlasıyla heyacanlandırdı fakat devamı olmadı. Hikayede bir bütün oluşturamadım parçalar eksik geldi. şu noldu bu noldu diye sorularım var çok. çizimler güzeldi. neyse okuduk bitti işte.