Korkuyu Beklerken'de,Oğuz Atay çok zor bir şey başarmış. Kafası karmakarışık,binlerce bilgiyle dolu bir insanın rasgele düşüncelerini üretirken anlatmış. Bu ruh haline çok iyi hakim olmanın zorluğu bir yanda, bir karakteri bu ruh haline göre saçmalatabilmek diğer yanda. Büyük yazar olmak kolay değil. Olunca da Oğuz Atay oluyor adı.
Sonra Tahta At var. Gezi Parkı direnişinin absürd bir hikayesini yazmaya kalksaydı Oğuz Atay bu hikaye Tahta At olurdu.
Beyaz Mantolu Adam çok başarılı bir başarısızın yani Tutunamayan'ın öyküsü.
Oğuz Atay hep Tutunamayanlar'ı anlatıyor. Çok güzel anlatıyor. Yazım tarzı benim gibi dikkati çabuk dağılan birisine baş ağrıları çektirse de Oğuz Atay'dan kopamıyorum. Kendimi zorluyorum, kaçırdığım yere geri dönüp yeniden okuyorum ama bırakmıyorum hiçbir şekilde.
Huzur içinde yat büyük insan. Bir daha senin gibi bir yazar zor gelir. Senin gibi bir insan bile zor gelir bu dünyaya.
Oğuz Atay'ın bu kitabı sanki "Tutunamayanlar"ın parçalanmış hali gibiydi... O tat, o lezzet vardı yine...
Bilmeyene depresyon tadı verse de anlatımı çok başarılı bu kitabın da... Tavsiye ederim...
Beyaz Mantolu Adam: Eylemsizliğin eylemini, önyargıların bizi oradan oraya savurmasını, toplumun yozlaşmasını, toplumun birlikte yaşama amacını araç olarak görmesini, bunların bireyin ruhundaki buhranını kendisiyle yüzleşmekten korkan topluma anlatıyor. Beyaz mantolu adam, toplum için bir aynadır. Mutsuz sonla başlamak, peşi sıra gelecek olan diğer hikâyeler hakkında da adeta klark çekiyor ve buhranın dumanıyla haberleşmek istiyor. Buram buram buhranı tez sezdiriyor. Oğuz Atay'ın dilini biliyor muyuz sevgili okur?
Unutulan: Bir kadının bana da, "Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim?" diye sormasını istedim; o cümle(ye) vur(ul)duktan sonra. Hâlâ da istiyorum, isterim. Elbette kendimi vurmadan ve beynimi hamamböcekleri kemirmeden...
Korkuyu Beklerken: Yer yer olaydan sıkılarak kopsam da kendimden de aşina olan cümlelerle karşılaşmak; yıllardır görüştüğün hatırşinas dostunla hiç olmadık bir yerde karşılaşma hissini verdi. Bayağı aç kaldı adamcağız. Onun o aç kaldığı zamanlarda ben de evde yalnızdım, açtım, parasızdım. Ben de birilerini veya bir şeyleri arıyordum; fakat korku diye bir şey yoktu. Bir de onu kaldıramazdım.
Bir Mektup: Yüzeysel şeyler yazmak istemiyorum, fakat ne yazsam yüzeysel kalacak gibi geldiğinden hiçbir şey yazmamaya yönelmek en kestirmesi.
Ne Evet Ne Hayır: Kallavi bir ironisi vardı... "Ne zaman ironiyi kullanmadı ki?" diye sorulacak olursa, bilmiyorum.
Tahta At: Devletin kösnül yanları hepimize tecavüz ediyordu... Ne kadar çok altını çizdiğim satır oldu bir bilsen... Tahta At; Tuğrul Tuzcuoğlu'nun yanında ben de (sakallı, miğferli olarak) av tüfeğimle arz-ı endam ettim; şaşkın kalabalık arasındaki Tahta At'ın yapımında emeği geçen herkese ben de silahımı doğrulttum, fakat göremediniz.
Babama Mektup: "İşte bütün 'terakkinizi' gördüm ve 'aslıma rücû ediyorum'"
Demiryolu Hikâyecileri - Bir Rüya: Sonunda yine yalnız kaldık seninle Oğuz Atay... Kim bilir nere... "Buradayım!" diye bağırdım, duymadın.
Postmodernist bir yazardan daha güzel cümleler beklerdim ancak konu ve işleyiş açısından tatmin ediciydi.
yalnızlığın bilmem kaç halinin muhteşem anlatıldığı öyküleri barındıran kitap. ölmüş sevgilide ışıkla kalp arayan "unutulan" öyküsü herhalde uç noktasıdır bu duygunun.
kitaptaki tüm hikayeler çok güzel. sanırım beni en çok ''babama mektup'' etkiledi. teşekkürler Oğuz Atay.
Buradayım sevgili yazarım..
"Ülkeme ve insanlarına kızmaya başladım:
Kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu.
Doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı.
Bu yüzden insan, duyduğu şeyleri söyleyen insanların
kültürüne güvenemiyordu. Belki bu zavallılığın, bu yarım yamalaklığın,
bu gülünç durumun bile bir aslı, gerçek bir biçimi vardı."
-Sayfa 62
Altı hikaye ve iki mektuptan oluşan bu kitapta Oğuz Atay kendisini, babasını ve yer yer halkı bir ayna görevi görerek bizlere yansıtıyor. Bu kitapta benim en sevdiğim hikaye ismini eğer yanlış hatırlamıyorsam "Korkuyu Beklerken" oldu. İnsanın toplumdan nasıl soyutlandığı, nasıl yalnızlaştığını öyle güzel anlatmış ki bu kitabında gerçekten herkesin okuyup kendinden bir şeyler bulabileceği harika bir kitap olmuş.
Yazarın 8 hikayesinin toplandığı bu eser her şeyden önce en çarpıcı kitap isimleri dalında üst sıralara oynar. En çok hangisini sevdiğime karar veremediğim, günümüz dünyasının kaybedeni ama kendi dünyasının zirvesine çıkmış bu kahramanların öykülerini okurken bir kez daha böyle bir eserin bizim dilimizden çıkmış olmasının ne büyük bir şans olduğunu düşündüm. Öyle isabetli gözlemler, bilindik huzursuzluklar, ince eleştiriler ve kıvrak bir kelime kullanımı var ki öykünün kahramanıyla ya da yaşadıklarıyla hiç benzer yanınız olmasa bile birebir empati kurabiliyorsunuz. Her hikayede tanıdık bir şeyler var ve yapmak isteyip de yapamadıklarımız. Bazen "Beyaz Mantolu Adam" umursamazlığında kendini rüzgara bırakmak istiyor insan. Ya da cesaretini toplayıp son zamanlarda okuduğum içten içe en ürkütücü hikaye olan "Unutulan" gibi tavan arasıyla yüzleşmek. Ufak tefek her şeyi kafamıza takıp büyüttükçe büyütüp "Korkuyu Beklerken" kendi kendimizi kapadığımız kafesimizde "Bir Mektup" yazmak belki de hiç gönderilmeyecek. Ya da ölmüş birine gönderilecek. Hani neredeyse yalnızlığı, kaybetmişliği sevdiriyor insana bu kitap. Ve en son cümlede "buradayım" diyebilenlerden biri olmanın hüzünlü huzuru çöküyor insanın içine.