Aşk karışıktır, karmaşıktır. Hüzünlüdür çoğu kez. Geldiği heyecanlarla değil, hırpalanmalarla, yaralarla çekip gider. Yarın Yapayalnız, bize aşkı anlatıyor. Ayrıksı bir aşkı. Farklı dünyaların aşkta erimesini, sonra yeniden tüm gücüyle ortaya çıkmasını anlatıyor. Gözyaşını, direnci, yenilip yenilip yine de ayakta kalma ısrarını anlatıyor. Kalabalıklar içinde dimdik bir kadının, aşkta bile yapayalnız kalışını...Selim İleri, Yarın Yapayalnızda bir kadının, kadınların dünyasına giriyor; üstelik en derine, en mahreme kadar inme cesaretini gösteriyor. Her zamanki gibi kalemini duyarlılığa adıyor. Yarattığı kişiliklerde tutarlı, çizdiği mekânlarda özenli. İleri, hüznün ağır bastığı bir roman yaratıyor, bireysel acılardan söz ediyor. Ama bunu yaparken toplumun gidişine de duyarsız kalmıyor. Her satır, içten içe bize bir toplumun geldiği noktayı gösteriyor. Kalabalıklar içindeki yalnızlığımızı bir kez daha yüzümüze vuruyor. Yarın Yapayalnız, çarpıcı ve cesur bir roman.
Aşk karışıktır, karmaşıktır. Hüzünlüdür çoğu kez. Geldiği heyecanlarla değil, hırpalanmalarla, yaralarla çekip gider. Yarın Yapayalnız, bize aşkı anlatıyor. Ayrıksı bir aşkı. Farklı dünyaların aşkta erimesini, sonra yeniden tüm gücüyle ortaya çıkması... tümünü göster
Romancı geçmişi otuz yılı bulmayan Umberto Eco bu nedenle kendini "genç" bir romancı olarak niteliyor ve Genç Bir Romancının İtirafları'nda, felsefeci ve kuramcı olarak arkasında bıraktığı uzun kariyerinden çok 'genç bir romancı' olarak geçirdiği yıllara bakıyor; Eco bu iki alanı birlikte kullanmasının kurmaca yapıtlarındaki verimli sonuçlarına eğiliyor. Kurmaca ile kurmaca dışı arasındaki sınırı araştırıp bu sınırın etrafında keyifle, eğlenerek ve eğlendirerek, zekice yaklaşımlarla dolaşıyor. Okuru kendi yaratıcı yöntemlerinde gezintiye çıkarıyor ve kendi roman dünyasını nasıl yarattığının ipuçlarını veriyor. Ortaçağ uzmanı, felsefeci ve çağdaş edebiyat alanında yetkili bir isim olan Umberto Eco, kurmaca yapıtlardaki hayali kahramanlara ve gerçek hayattaki algılanmalarına da değişik bir açıdan yaklaşıyor. Günümüzün en seçkin yazarlarından olan Umberto Eco'nun yaratıcılığının arka planını merak edenler için eğlendirirken bilgilendiren bu küçük kitap tam bir hazine.
Romancı geçmişi otuz yılı bulmayan Umberto Eco bu nedenle kendini "genç" bir romancı olarak niteliyor ve Genç Bir Romancının İtirafları'nda, felsefeci ve kuramcı olarak arkasında bıraktığı uzun kariyerinden çok 'genç bir romancı... tümünü göster
“Abim Atatürk’ü çok severdi, bense Allah’ı. Babam, annemi ve Galatasaray’ı severdi, annem de Ringo’yu. Babam yorgun bir adamdı. Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta.”
Yaz bitince kalabalığın günbegün seyreldiği, ahalinin biz bize kalıp bıkkınlıkla merabalaşıp mahsunlaştığı, her gürültünün ikindi vakti ağır usul söndüğü bir sahil şehrini düşünün... Boş masaları döven yağmurları, kirlenmiş kıyıları, eprimiş güneş şemsiyelerini... Buna, seksenli yılların sakaletini, iğreti kaygılarını, katıksız korku olan çaresizliğini ekleyin.
Mahir Ünsal Eriş, bir sahilde oturmuş, can sıkıntısından esneyen, kendi çocukluğuna bakıyor; renkli, yuvarlacık, pütür pütür bir çocukluk anlatıyor bize. “Komen! komen!” diye ateş eden oğlan bebelerini, mobiletleri, leblebi tozunu, Kaynanalar Parkı’nı, Kız Meslek’in kızlarını, Klinsmann’ı, Evrenos’u, Allah’ın yanına aldığı iyileri, kale zindanındaki prensesleri resmediyor.
Yoksulluk, hoyratlık, yalnızlık, gamsızlık, kırk mumluk sarı ampulün ışığında belli belirsiz görünüp, kayboluyor. Merhamet, taşraya uğramadan Kaf Dağı’na gidiyor...
Canlı, anlatma iştahıyla dolu yeni bir ses var karşımızda. Eriş, soba boyasıyla boyanmış hikâyeleriyle edebiyat şehrengizinde... Mağlup ama baştan kaybetmişliğini bilen bir hınzırlıkla sırıtıyor okuruna...
“Abim Atatürk’ü çok severdi, bense Allah’ı. Babam, annemi ve Galatasaray’ı severdi, annem de Ringo’yu. Babam yorgun bir adamdı. Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan ... tümünü göster
Dostoyevskinin 24 yaşındayken yazdığı ilk romanı İnsancıklar yayımlandığında Şair Nekrasov, Yeni bir Gogol doğdu! diye haykırmış, dönemin ünlü eleştirmeni Biyelinski ise onu övgüye boğmuştu.
Dostoyevski gerçekten de sonraki romanlarında ince bir duyarlılıkla daha da derinlemesine işleyeceği insan sevgisi, acıma ve suçluluk duygularının ilk ve çarpıcı örneğini İnsancıklarda vermiş; acı çeken sıradan insanın fırtınalarla dolu iç yaşantısını anlatırken, psikolojik ayrıntıları tüm boyutlarıyla yansıtmayı başarmış, böylelikle de dünya edebiyatına küçük ama dev bir yapıt armağan etmiştir.
Dostoyevskinin 24 yaşındayken yazdığı ilk romanı İnsancıklar yayımlandığında Şair Nekrasov, Yeni bir Gogol doğdu! diye haykırmış, dönemin ünlü eleştirmeni Biyelinski ise onu övgüye boğmuştu.
Dostoyevski gerçekten de sonraki romanlarında ince bir duya... tümünü göster
mueddep şu anda kitap okumuyor.