Leyleklerin Uçuşu bi tık iyi bundan. Ama sürükleyicilik, gizem, kurgu kalitesi, hikaye açısından Grange cidden farkını gösteriyor.
En beğendiğim Grange kitabı. İşin içerisinde Türklerin olması da ayrıca ilgi çekici yapıyor kitabı. Bozkurt olayını biraz kurgulayarak anlatmış ama gerçeklik payı da yok değil.
Türkiye geçtiği için merak ettiğim ve okumaya başladığım bir kitap. Kesinlikle beni yanıltmadı iyi ki okumuşum dedim.
Fransa'da bir türk mahallesinde işlenen cinayetler, bir anda peydah olan ülkücüler. Derin kurgusuyla akıcı bir kitap. Grange'ın en iyilerinden.
Okuduysanız filmi izlemeyin zira bu kötü film okuduğunuz bu güzel kitaba dair tüm sevginizi öldürebilir
Yazarın kitaplarını kronolojik sırasına göre okuma şansım olmadı son kitabı "sisle gelen yolcu'da ) hafızası silinip yeni kişilik empoze edilen bovulsuz yolcuların bir benzeri bu eserinde de mevcut. Türkiye'de başlayıp Fransa'ya kadar uzanan bir macera uyuşturucu kaçakçılığı Türkiye'nin yakın tarihiyle ilişkilenmiş silahlı çeteler. Eserin Türkiye ve Türk insanı hakkında çok ayrıntılı bir araştırmanın sonucunda ortaya çıktığı satır aralarında bariz şekilde göze çarpıyor. Okunması okutulması gereken bir Grange Klasiği
Grange ile ilk tanıştığım kitaptı:)Zaten sonra da müptelası oldum Grange kitaplarının.Hikayenin teee Türkiye'ye kadar uzanması da hoş bir sürpriz olmuştu benim için.
Surukleyıcı bir kitap.yazar türkiye için iyi bir araştırma yapmış ve bunu kitabına yansımış
Güzel bir kurgunun yanında yurt dışına giden insanların şartları hakkında da fikir edinebileceksiniz. Filmi de var fakat hiç bir film roman kadar tat vermiyor. Garange her zamanki gibi başarılı.
Grange'ın Şeytan Yemini ve Leyleklerin Uçuşu kitaplarından sonra, her çıkan kitabını alıp okuyorum . Çünkü onlar gerçekten çok okunası kitaplardı. Tam aradığım gerilim,kurgu polisiye vardı. Ama her kitabı ne yazık ki aynı tadı vermiyor. Kurtlar imparatorluğu da bu yüzden beğenmedim.. Kendimi Kurtlar vadisi izliyor gibi hissettim. Zaten bu diziyi de hiç izlemedim.. Sanırım ondan bu kitabı da beğenmedim. Mafya adamları ve uyuşturucular falan bana göre değil..
Türkler hakkında fazlasıyla araştırma yapmış. Gerek tarih olsun gerekse siyaset. Olay o kadar güzel işlenmiş ki çoğu zaman insan düşünüyor acaba gerçekte bunlar yaşanmış olabilir mi diye.
Grange'ın ortalama kitaplarından birisi. Kurgusu tabi ki parlak bir zekanın ürünü, ama daha iyi Grange'lar okumuştuk.
Kurgusuna hayran olduğum , Siyah Kan'dan sonraki ikinci Grange kitabım. Kitabı bitirdiğimde başından sonuna o kadar çok dolaştığımı hissettim ki ilk önce hangi adımı atmıştı da bu olay gerçekleşmişti diye sorar olmaya başladım :) Tuhaf ve inanılmaz bir akıcılığa sahipti, sanırım çok ayrıntı vardı o yüzden kafamı durmadan meşgul ediyordu.
Grange'den Türkiye'nin yakın tarihine de değinen uyuşturucu, siyaset, polisiye ve bolca gerilim içeren okunması gerekli bir kitap.
Bu yazarın çoğu kitabını okudum ama en iyi kitabı kanımca Kurtlar İmparatorluğuydu. Başlarda sıkıldım bi hayli. Olaylar gelişmeye başladıkça kitaba iyice gömüldüm. Kurgu muhteşemdi. İki olayın birbirine bu kadar mükemmel bağlanması takdire şayan. Sonlarına doğru kitabı nasıl bitirdiğimi anlamadım. Filmi bi o kadar sıkıcı ama kitabını seven izlerken sıkıldığını hissetmez diye düşünüyorum.
Kitap ile ilgili yorumlarıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://ipeksiden.blogspot.com.tr/2014/11/kurtlar-imparatorlugu-jean-christophe.html
Sonu biraz zorlama olsa da oldukça sürükleyici bir kitap. Grange kalitesinin bir tık aşağısı açıkcası ama gene de güzeldi. Ayrıca Grange Türkiye'ye gelirse kimliğini açık etmesin bence. Bizim ülkücülerden dayak yiyebilir bu kitaptan sonra.
Olay 2002’de geçiyor ama konu 23-24 sene geride kalmış. Ülkücülerin yıldızı parlamadığı meclise bile giremedikleri bir dönemde hem de. Yazar konu kıtlığında kalmış herhalde.
Dört Hilal altında uluyan Bozkurt’lu yeni amblem karşısında küçük dilimi yuttum. Üç Hilal varda 4 Hilali neresinden uydurmuş acaba? Aslında çoğu kişi 3 Hilal amblemini Osmanlı İmparatorluğunun sanırlar. Ama aslında Göktürk Hakanlarının karısı olan Hatunlar 3 Hilalli taç takarlardı. Ayrıca Uygur Paralarının üstünde 3 hilal vardı. Bulunan arkeolojik kanıtlar bunu bize gösteriyor. Türk Şaman inancında 3 Hilal yeryüzüne hükmeden 3 gücün simgesidir. Sonradan 3 hilale başka bir çok anlam yüklenmiş olsa da. Yer, Gök, Su. Orta Asya Türklerinin hayatının bağlı olduğu 3 şey. Herhalde Jean-Christophe Grange Avrupa inancındaki, Su, Toprak, Ateş, Su 4 ana element ile ilişkilendirmek istemiş.
Kitapta ki ülkücü mafya babası –ülkü ile mafyanın ne alakası olduğunu çözebilmiş değilim. Tabii ülküden kasıt para ve güç sahibi olmaksa o zaman durum değişir.- İsmail Kutsi’nin kilim dokuyan kadın hakkında söyledikleri, İsmail’in yetiştirmesi olan ve cinayetleri işleyen Azer Akarca’nın koyu ülkücü ve Türkçü olmasına rağmen kadınları küçük görmesi ve onlardan nefret etmesi çok garip olmuş.
Nedenine gelince Orta Asya Türkleri hakkında bildiğimiz şeyleri özetlersek Şaman inancına sahip oldukları, Oğuz Han ile Şaman inancına Tek Tanrı inancının karıştığı. Ayrıca Şaman inancına göre aynı Avrupa’da ki Pagan inançları gibi Türk toplumlarının kadının doğurganlığına büyük saygı duydukları kadınların adet döngüsü ile aynı seyreden ayın döngüsü nedeniyle dünyamızın uydusu Ay’ı kutsal saydıklarıdır. Toplumun devamlığını kadınların doğurdukları çocuklar ile sürüyordu. Kadın doğurgan olduğu için saygı gördüğü gibi toplumda aktif rol alıyordu. Kadınlar ata biniyor, silah kuşanıyor, sürü güdüyor, savaşıyordu, bunun dışında ev için de üretim yapıyordu. Kadın erkek ile eşitti, hatta daha üstündü. Kadınlar erkek meclislerinde yer alıyordu. Erkekler ise kadınlara saygıdan saç uzatırlardı. Türkler Müslüman olduktan sonra bile kadının toplumdaki saygınlığı devam etti. Ancak, göçerlikten yerleşik düzene geçiş kadın hakları açısında felaket oldu. Osmanlı ordusunda bile Bacı Bey gibi kadınlara ait makamlar vardı. Zamanla bu tür makamlar Arapların İslamiyet öncesi uygulamalarının İslamiyet gibi algılanması nedeni ye yok oldu. Hala yaşlı kadınların görüşlerine toplumda değer verilir. Hatta “Ana sözü” çiğnenmez. Bu o zamanlardan kalma bir gelenek. İslamiyet öncesi Türk Devletlerinde Hakanlarının emirleri okunurken Hakanın ve Hatunun buyruğudur diye ilan edilirdi.
Eğitimli ve ülkücü biri olan bu kişilerin Şaman geleneğini okumuş ve kadına saygıyı görüşünü paylaşmış olmalıydılar. Bu karakterlerin hiçbir şeyden haberleri yok o zaman. Yazar bunları bilmeyince romanda ipe sapa gelmez oluyor. Kadına saygı ve kadının toplumsallığı Türk-Alevi Bektaşi toplumunda hala gözlemleniyor. Kadın erkek karışık oturuluyor, kimse kimseden rahatsız olmuyor, erkelerde kadınları taciz etmiyor. Bu Şaman inancının sürdürülen bir öğesidir.
Adıyaman’daki Nemrut Dağındaki timülüs ve heykelleri, sapık seri katil Azer Akarca’nın Adıyamanlı olması ile kitaba dahil etmiş. Ama Turancılık nerede Adıyaman nerede, hele Kommagena Krallığı nerede bağlantıyı anlayamadım gitti. Herhalde Kommagena Krallığı’nı bir kenar süsü yani tarihsel zenginlik olarak ekleme gereği duymuş.