Kurtlar İmparatorluğunda Fransa ile Türkiye arasında gerilimli bir hat kuruluyor. Jean-Christophe Grangé, her zamanki gibi etkileyici bir atmosfer yaratıyor, kahramanlarına inandırıcı roller biçiyor ve okuyucuyu soluksuz bırakacak bir serüvene tanık ediyor. Seri cinayetler, uyuşturucu kaçakçılığı, Strasbourg-Saint-Denisdeki küçük Türkiye, Fransız polisindeki iç hesaplaşmalar, tıbbın karanlık amaçlara alet edilmesi... Okuyucu kendini böyle gerilimli bir dünyanın içinde buluyor. Heyecan dozu son sayfaya kadar hiç düşmeyen bir roman.
Kurtlar İmparatorluğunda Fransa ile Türkiye arasında gerilimli bir hat kuruluyor. Jean-Christophe Grangé, her zamanki gibi etkileyici bir atmosfer yaratıyor, kahramanlarına inandırıcı roller biçiyor ve okuyucuyu soluksuz bırakacak bir serüvene tanık ediyor. Seri cinayetler, uyuşturucu kaçakçılığı, Strasbourg-Saint-Denisdeki küçük Türkiye, Fransız polisindeki iç hesaplaşmalar, tıbbın karanlık amaçlara alet edilmesi... Okuyucu kendini böyle gerilimli bir dünyanın içinde buluyor. Heyecan dozu son sayfaya kadar hiç düşmeyen bir roman.
Okuduysanız filmi izlemeyin zira bu kötü film okuduğunuz bu güzel kitaba dair tüm sevginizi öldürebilir
Olay 2002’de geçiyor ama konu 23-24 sene geride kalmış. Ülkücülerin yıldızı parlamadığı meclise bile giremedikleri bir dönemde hem de. Yazar konu kıtlığında kalmış herhalde.
Dört Hilal altında uluyan Bozkurt’lu yeni amblem karşısında küçük dilimi yuttum. Üç Hilal varda 4 Hilali neresinden uydurmuş acaba? Aslında çoğu kişi 3 Hilal amblemini Osmanlı İmparatorluğunun sanırlar. Ama aslında Göktürk Hakanlarının karısı olan Hatunlar 3 Hilalli taç takarlardı. Ayrıca Uygur Paralarının üstünde 3 hilal vardı. Bulunan arkeolojik kanıtlar bunu bize gösteriyor. Türk Şaman inancında 3 Hilal yeryüzüne hükmeden 3 gücün simgesidir. Sonradan 3 hilale başka bir çok anlam yüklenmiş olsa da. Yer, Gök, Su. Orta Asya Türklerinin hayatının bağlı olduğu 3 şey. Herhalde Jean-Christophe Grange Avrupa inancındaki, Su, Toprak, Ateş, Su 4 ana element ile ilişkilendirmek istemiş.
Kitapta ki ülkücü mafya babası –ülkü ile mafyanın ne alakası olduğunu çözebilmiş değilim. Tabii ülküden kasıt para ve güç sahibi olmaksa o zaman durum değişir.- İsmail Kutsi’nin kilim dokuyan kadın hakkında söyledikleri, İsmail’in yetiştirmesi olan ve cinayetleri işleyen Azer Akarca’nın koyu ülkücü ve Türkçü olmasına rağmen kadınları küçük görmesi ve onlardan nefret etmesi çok garip olmuş.
Nedenine gelince Orta Asya Türkleri hakkında bildiğimiz şeyleri özetlersek Şaman inancına sahip oldukları, Oğuz Han ile Şaman inancına Tek Tanrı inancının karıştığı. Ayrıca Şaman inancına göre aynı Avrupa’da ki Pagan inançları gibi Türk toplumlarının kadının doğurganlığına büyük saygı duydukları kadınların adet döngüsü ile aynı seyreden ayın döngüsü nedeniyle dünyamızın uydusu Ay’ı kutsal saydıklarıdır. Toplumun devamlığını kadınların doğurdukları çocuklar ile sürüyordu. Kadın doğurgan olduğu için saygı gördüğü gibi toplumda aktif rol alıyordu. Kadınlar ata biniyor, silah kuşanıyor, sürü güdüyor, savaşıyordu, bunun dışında ev için de üretim yapıyordu. Kadın erkek ile eşitti, hatta daha üstündü. Kadınlar erkek meclislerinde yer alıyordu. Erkekler ise kadınlara saygıdan saç uzatırlardı. Türkler Müslüman olduktan sonra bile kadının toplumdaki saygınlığı devam etti. Ancak, göçerlikten yerleşik düzene geçiş kadın hakları açısında felaket oldu. Osmanlı ordusunda bile Bacı Bey gibi kadınlara ait makamlar vardı. Zamanla bu tür makamlar Arapların İslamiyet öncesi uygulamalarının İslamiyet gibi algılanması nedeni ye yok oldu. Hala yaşlı kadınların görüşlerine toplumda değer verilir. Hatta “Ana sözü” çiğnenmez. Bu o zamanlardan kalma bir gelenek. İslamiyet öncesi Türk Devletlerinde Hakanlarının emirleri okunurken Hakanın ve Hatunun buyruğudur diye ilan edilirdi.
Eğitimli ve ülkücü biri olan bu kişilerin Şaman geleneğini okumuş ve kadına saygıyı görüşünü paylaşmış olmalıydılar. Bu karakterlerin hiçbir şeyden haberleri yok o zaman. Yazar bunları bilmeyince romanda ipe sapa gelmez oluyor. Kadına saygı ve kadının toplumsallığı Türk-Alevi Bektaşi toplumunda hala gözlemleniyor. Kadın erkek karışık oturuluyor, kimse kimseden rahatsız olmuyor, erkelerde kadınları taciz etmiyor. Bu Şaman inancının sürdürülen bir öğesidir.
Adıyaman’daki Nemrut Dağındaki timülüs ve heykelleri, sapık seri katil Azer Akarca’nın Adıyamanlı olması ile kitaba dahil etmiş. Ama Turancılık nerede Adıyaman nerede, hele Kommagena Krallığı nerede bağlantıyı anlayamadım gitti. Herhalde Kommagena Krallığı’nı bir kenar süsü yani tarihsel zenginlik olarak ekleme gereği duymuş.
Fransa'da bir türk mahallesinde işlenen cinayetler, bir anda peydah olan ülkücüler. Derin kurgusuyla akıcı bir kitap. Grange'ın en iyilerinden.
Leyleklerin Uçuşu bi tık iyi bundan. Ama sürükleyicilik, gizem, kurgu kalitesi, hikaye açısından Grange cidden farkını gösteriyor.
Türkiye geçtiği için merak ettiğim ve okumaya başladığım bir kitap. Kesinlikle beni yanıltmadı iyi ki okumuşum dedim.
Okunması gereken bir roman biraz bizden de bahsediyor...
6 yıl önce okumuştum ve şimdi aklımda tek satır kalmamış :s
Ekseni Türkiye ve Türk mafyası arasında geçen sürükleyici bir roman.
Ciltsiz, Ana Basın Yayın , 405 sayfa
Ekim2015 tarihinde, Doğan Kitap tarafından yayınlandı