Birçok kitap okudum sonrasında ama bu kitabın bıraktığı etki bambaşkaydı. Müzesi için de kitapta olduğu kadar emek harcanmış. Aşkın iyi ve kötü bütün yönlerini, aşkın bütün hallerini en doğal haliyle anlatmış. Her cümlenin altını çizerek ve yeri gelince ağlayarak okuduğum bir kitaptı. Yazarı da en sevdiğim yazar belki bunun da bir etkisi vardır ama yine de mükemmel.
Roman kahramanı Kemal'in hastalıklı bir tutku derecesinde Füsuna olan aşkı beni nedense sarmadı. Tek paylaşımları seksti çünkü. Neden böylesine delicesine, herşeyi bir kenara itercesine, kendinden geçercesine aşık oldu?
Saplantılı aşka dair anlatımlar bir süre sonra sıkmaya başladı. Füsun da Kemalden çok parasına, gücüne, ona sağlayabileceklerine aşık gibiydi... başlarda değildiyse de sonradan...Sadece anılara dair eşyaları biriktirme açısından ilginçti. İlk yarısına kadar sürükleyiciliği sonrasında sıkıcılığa başladı-ki çok zor bitirdim kitabı. Overrated diyebileceğim bir kitap kesinlikle.
Kitabın orijinal yönü, kitabın ruhunu barındıran bir müze fikri. Aslında romanın başlangıç kısmında kitabın akıp gideceğine dair umudum oluşmuştu. Lakin Kemal'in saplantılı hali, Füsun'un romanın başındaki çizgisi ve Kemal'in Sibel ile nişanlandıktan/ kendisinin de Feridun ile evlendikten sonra Kemal'den ziyadesiyle uzak duruşu dolayısıyla bu karakterde oluşan uçurum bana çok da tutarlı gelmedi. Üstelik Kemal'in Füsun takıntısının sekiz yıl boyunca hiç azalmadan sürmesi ve hatta artması, Füsun'u görmek için onlara gidip gelişleri, hayatına o ailenin etrafında şekil vermeye çabalaması... bütün bunlar bir hastalığın -saplantının- anatomisi gibi. Özellikle Füsun bakımından tutarsız ve Kemal bakımından samimiyetsiz bulduğum bir kitap olmuştur. Müzenin hatrına benden 6/10.
Aramızda çoğumuzun başından unutamadığı bir aşk hikayesi geçmiştir ya da hala böyle bir hikayenin içinde olanlar vardır. Eminim bu hikayeyi yaşayan herkesin aşka dair ama büyük ama küçük bir çok fedakarlıkları olmuştur. Çoğu hüsranla ve acıyla biterken küçük bir azınlık ise mutlu ayrılmıştır bu hikayelerden. İşte Kemal Bey'in hikayesi de okuyan için acı gibi algılansa da Kemal Bey için mutlu bir hikâyeydi hep.
Devamı : https://www.kitapofisihakan.com/...at/masumiyet-muzesi/
Çok, ama çok iyiydi..
Ben okurken çok keyif almıştım..
Benim için bu kitabı unutulmaz yapan ise, kitabı bitirdikten bir kaç saat sonra havalimanında Orhan Pamuk ile karşılaşıp, sohbet etmiş olmamız :)
Berbat bir kitaptı. Sırf Orhan Pamuk'un adı var diye övecek değilim. İlk çıktığı zaman almıştım, o kadar zor bitirdim ki kitabı çektiğim işkenceyi ben bilirim. Aşırı ağlak, melodram dolu, yeşilçam çakması, kıytırıktan bir şey. Yeşilçam sevdalısı, dram manyağı insanımıza hizmet etmek için yazılmış, içi boş bi şey. Şey yani kitaptan saymıyorum.
Bu kitabı 4 yıl önce okudum. Okuduğumda anladığımı düşünüyordum ama aslında tam olarak anlayamadığımı geçen hafta John Fowles'in 'Fransız Teğmen'in Kadını'nı okuduktan sonra fark ettim. FTK ki Orhan Pamuk okuduğu en güzel aşk romanı olduğunu belirtir ve gerçekten de Postmodern romanın bence en güzel (ve ilk) örneklerinden biridir, Viktorya çağı İngilteresinde aristokrat bir erkek, burjuva sınıfından bir kadın ile alt sınıftan diğer bir kadının arasındaki aşk üçgenini ekseninde yaşanan toplumsal değişimleri özellikle kadın özgürlüğü konusundaki değişimleri konu alır. FTK'nı okumaya başlar başlamaz Masumiyet Müzesi'ni hatırladım. Füsun da Sarah gibi alt sosyo-ekonomik tabakaya mensup bir kızcağızdır. Kemal da Charles gibi her ne kadar Türkiye'de aristokrasi sınıfı olmasa da sosyoekonomik bakımdan aristokrasiyle kıyaslanabilecek bir sınıfa mensuptur. Aynı şekilde, Sibel de Ernestina gibi sosyal statü bakımından nişanlısına denk bir konumdadır. Her iki romanda da erkek kahramanımız, güzel ve zengin nişanlısı ile toplumun onaylayacağı ideal evlilik birliğini kurmak ile yasak ama çekici aykırı aşkını yaşamak arasında kalır. Ve her iki romanda da olaylar erkek kahramanın etrafında dönüyor gibi görünse de esas merkez fakir kızcağız ve onun yaşadığı dönüşüm paralelinde toplumun yaşadığı dönüşümdür. İşte okuduğum zaman aslında anlamamışım düye düşünmeme yol açan düğüm noktası burası. Yani karakter-toplum bağlantısı, dönüşümü ayrıntısı. İki kitap arasında şöyle bir fark var, ki iki toplum birbirinden epey farklı olduğu için bu fark kaçınılmaz, FTK'da karakter (ve toplum) okuyucuyu da tatmin edebilecek bir açıklıkla, netlikle dönüşüm geçirir. Masumiyet Müzesinde ise okuyucu bir bocalama, bir çırpınma ile karşı karşıyadır. Öyle ki yeri gelir " derdin ne arkadaş!" diye karakterlere kızacak aşamaya gelirsiniz hatta "ne anlatmaya çalışıyorsun" diye yazara kızarsınız. Oysa bu bocalamanın bu çırpınmanın sebebi açıktır: Sarah ne istediğinin nereye varacağını bilir çünkü Sanayi devrimini yaşayan Viktoryen İngiltere'de sosyal dönüşüm açık, net ve kaçınılmazdır. Sarah toplumun belirlediği normlara hapsolmak yerine bohem ve özgür bir hayatı seçebilir. Çünkü toplum ona bu fırsatı verecek kıvama gelmiştir. Zavallı Füsun'un ise böyle bir seçeneği yoktur çünkü yaşadığı toplum dönüşüm geçirememektedir. Toplumsal normlara uymamaya karar verecek olursa seçenekleri sınırlıdır. Mesela ne olabilir? "Artist" olabilir. Ancak feragat etmek zorunda kalacağı şeyler Sarah'ınkilerden çok daha fazladır. Mesela Charles bir ihtimal Sarah'ın seçimlerine saygı duyabilir ve onun seçtiği hayatı paylaşabilir ama Kemal her ne kadar Füsun'un artist olma kararını destekliyor gibi görünse de genlerine bile işlemiş olan ataerkil kaygılar filmde öpüşme sahnesi olasılığında bile Füsun'u kısıtlamasına sebep olcaktır. Bu örnek üzerinden hareketle Orhan Pamuk toplumsal devinimsizliğimize ve büyük oranda bundan kaynaklanan melankolimize ayna tutar aslında. İçeriği bir yana, gerçek bir Masumiyet Müzesi kurma projesi ile Orhan Pamuk roman ile gerçek hayat arasındaki bağı Fransız Teğmenin kadınında olduğundan birkaç adım öteye taşır. Sırf bu yönüyle bile Masumiyet Müzesi edebiyat tarihinin önemli kilometre taşlarından biridir. Evet, içeriği çoğu yerde beni boğdu ama dediğim gibi bunun suçlusu yazar ya da konu değil: Melankoli ve belirsizlik toplumsal karakterimizin önemli parçaları ise bizi anlatan bir romanda bulunmaları da kaçınılmaz...
Okuduğum en tutkulu aşk romanı. Çokça saplantılı, çokça takıntılı ama unutulmaz bir roman...