son zamanlarda okumaya çalıştığım en berbat kitap. direk çöpe gitti. kağıtlara yazık.
Edebi hazzı yüksek olmakla beraber konuları gereksiz yere uzatması ve kitabın geneline boğucu depresif bir hava hakim olması yüzünden daha yüksek bir puan alamadı; yoksa bu yazarın üslubunu Lizbon'a Gece Treni'nden beri severim. Ancak bu romanda anlatılan öyküyü "first world problems" tadında buldum: Ergenliği gereksiz yere uzatmış depresif ikiz kardeşler, ve onların hayatı kendilerine sudan sebeplerle zindan etmekte onlardan daha beter olan ana-babaları. Türkiye'den bakınca karakterler ziyadesiyle aptal görünüyorlar, o yüzden hikayeye girmek kolay olmuyor...
http://mabelard.blogspot.com.tr/2014/04/sahnede-olum.html
Geçtiğimiz hafta içinde Ankara'da İmge Kitabevi'nden aldığım kitapları okumayı bitirdim. Söz konusu kitaplardan ikisini Pascal Mercier'in "Lizbon'a Gece Treni" ve "Sahnede Ölüm"ü peşpeşe okudum. Çünkü Mercier'in ilk kitabı beni müthiş etkilemişti. Bu sebeple "Sahnede Ölüm"ün sayfalarını büyük bir iştahla açtım. Biraz ilerledikten sonra kitabın tanıtımında sözü edilen, iki kardeş arasındaki sır açığa çıktı. İyi bir kitap okuru olarak uğradığım düş kırıklığını anlatacak kelime bulamıyorum. Tamam, herkes her kitabı beğenmek zorunda değil. Her okurun algıları farklı, dünyaya bakışı, inançları, ön planda tuttuğu olmazsa olmaz saydığı değerleri farklı. Neyse, dedim. Başladık bir kere bitirelim bari. Zaten benim bugüne değin elime alıp bitirmeden bıraktığım kitap sayısı çok nadirdir. Örneğin Orhan Pamuk'un "Kar" isimli kitabını irrasyonel bulup okumayı bırakmıştım. Kurguya ve roman kahramanlarının yapmacıklığına ısınamamıştım bir türlü. Kitaplığımda öylece duruyor. Kim bilir belki bir gün bıraktığım yerden tekrar okurum.