Zülfü Livaneli'nin kitabı "Serenad" dengemi şaşırttı, hala etkisindeyim... Zaten okumadım, izledim sanki saniye saniye... Yorum ötesi bir kitap. Usta; eline, yüreğine, emeğine sağlık.
Konu geçişlerin de kopmalar dışında güzeldi. Ara ara sanki bi konudan direk başka konuya atlıyor gibi bir his uyandırıyordu.
etkisi baya uzun sürecek gibi farklı hikayeler, farklı hayatlar fakat acılar aynı...
İstanbul üniversitesinde çalısan Maya , amerikadan gelen alman asilli profesor maximilian wagner ile karsilasmasiyla hikaye baslar. Nazi almanyasindan kacan bilim adamlarinin turkiyeye geldigi donem, hitler diktatorlugunde yasananlar, struma gemisi olayi gercekci bir sekilde anlatilmis, 3 kadin 3 hikaye anlatilmaz okunur diyorum ve herkese tavsiye ediyorum...
Zülfü Livaneli uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı.Özellikle Seranad kitabını bu kadar uzun bir zaman nasıl beklettim?!!..Kendime çok kızgınım..İlk fırsatta diğer kitaplarını da okuyacağım..Yazarın kalem gücü müthiş kurgulaması inanılmaz..
Araştırma kitaplarında okuyacağımız bilgileri bize sıkılmadan okuyabileceğimiz bir şekilde romanlaştırarak sunmuş ki çok başarılı bir çalışma olmuş..
Şunu kesinlikle belirtmeliyim hala daha bu kitabı benim gibi okumayan varsa büyük hata yapmakta.Hiç vakit geçirmeden hemen Seranad'ı edinin..
.
Yakın tarihimize ait ne kadar merak edilen şey varsa aktarmış yazar.Özellikle Cumhuriyet Tarihimize ait önemli bilgileri güzel şekilde kurgularken Livaneli humanistlik ile de müthiş bir şekilde harmanlamış.
Romanda Üç kadının hikayesi var , üç siyasî/sosyolojik nedenle saklanan kimlik, üç acı:
Maya bir Kırım Türk’ü… Mari, bir Ermeni vatandaşı....Nadia, Yahudi asıllı bir Alman vatandaşı.
Üçüde siyasi ve dönem şartlarından dolayı kimliğini değiştirmek zorunda kalmış kadınlar..Bunların içinde ikisi yuva kurmuş sevdiği ile evlenmiş çocuk,torun sahibi olmuş..Biri büyük acılar çekmiş..Büyük aşk yaşadığı kocasından yaşadığı şartlar kopartarak almış onu..
Büyük çok büyük acılar çekilirken.Dönemin yeni kurulan ülkelerinde Türkiye Cumhuriyet'inin bilim ve sanat tarihinin oluşumunun şartlarını da okumuş oluyoruz..
Atatürk'ün kıvrak zekası ile Almanya'dan kaçan yahudi bilim adamları,sanatçılarının ülkemizin hizmetine alınması.Bugünki İstanbul Üniversitesi'nin temellerinin atıldığına tanık oluyoruz..
Bu üç kadının hikayesinden zira , asıl roman kişisi Maya Duran’ın kendi hikayesi de bir “kadın hikayesi” olarak ayrıca dikkat çekici.
Maya Duran, İstanbul Üniversitesi’nde çalışan Halkla İlişkiler görevini yürüten sözleşmeli bir memurdur. Eşinden boşanmıştır ve oğlunun tüm sorumluluğu Maya’ya aittir. Birlikte yaşadığı oğlu Kerem ile aralarında kopuk bir ilişki vardır.
Aynı zamanda oğlunun babasıyla da ilişkisi kopuktur.Bir de birlikte olduğu bir sevgilisi vardır.Tarık ile fazla derinliği olmayan bir ilişkisi vardır Maya'nın..Arada sırada buluşup görüşmektedirler..Birbirleri üzerinde hak talep etmeden yüzeysel bir arkadaşlıktır..
Birgün İstanbul Üniversitesi’ne konuk olarak gelen Maximillian Wagner’i karşılama ve onunla ilgilenme görevi Maya’ya verilir. Maya için bu durum sıradan bir görevdir... Prof. Maximillian Wagner’le tanışana dek…Bu tanışma hayatını yerinden oynatacak kadar önemli bir tanışmadır..
Prof. Maximillian Wagner 87 yaşında ve Alman asıllı bir Amerikalıdır. Daha önce 1930′lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmıştır.Fakat profesörün İstanbul’da olmasından İngiliz istihbaratından Türk İstihbaratına kadar pek çok kimseyi ayağa kaldırır. Öncelikle Türk istihbarat görevlileri onu izlemeye alırlar..,
Max ile Şile’ye gittikleri gün Türk istihbaratçıları Maya’nın evini ziyaret edip, oğlunu kullanarak Maya'ya göz dağı verirler. Maya'yı bu durumdan üst düzey asker olan abisi tarafından kurtarılır. Daha sonrasında Maya ile iletişime geçen İngiliz istihbarat birimleri de Maya’dan Wagner hakkında bilgi isterler. Maya bir anda çok ünlü ve aranan biri haline gelmiştir..Maya ve oğlu Kerem de Wagner ile ilgili araştırmalar yaparlar ve onun gerçekte kim olduğunu merak ederler.Bu araştırma sayesinde ana oğulun ilişkisi düzelmeye başlar..
Profesör ile Maya’nın ilk yakınlaşması yaptıkları Şile ziyaretinde başlar. Maya, Profesör ve Şoför Süleyman Şile’ye doğru yılın en soğuk gününde yol alırlar. Şile yakınlarında Profesör yanından ayrılarak deniz kenarına iner ve kemanını çalmaya başlar. Yanında üzerinde “Für Nadia (Nadia için)” yazan küçük çelenk de vardır. Çelengi denize atar ve kemanını çalmaya başlar. Ancak Profesör birden fenalaşır.
Maya ve Süleyman’ın yardımıyla Profesörü yakındaki bir otele götürür , Max donmak üzeredir. Bu esnada araba da bozulunca Süleyman yardım çağırmaya gider. Maya, vücut sıcaklığı giderek düşen ve baygın olan Profesör’e yardım etmek için soyunarak onunla aynı yatağa girer. Amacı kendi vücut ısısını ona bu şekilde aktarmaktır , fakat Süleyman’ın döndüğünde olanları yanlış anlayarak bu olayı üniversite yönetimine anlatarak Maya’nın başına dert açacaktır.
Daha sonra Proseför’ü hastaneye götüren Maya, arkadaşı Filiz’den yardım ister. Maya, Profesöre yapılan tetkiklerde, onun kanser olduğunu ve az ömrü kaldığını öğrenir. Maya, yaşlı, hüzünlü ve şimdi de kanser olduğunu öğrendiği adamın Şile’de deniz kıyısında ne işi olduğunu ve baygınken sayıkladığı ismin kime ait olduğunu çok merak eder.Maya’ya hayatın borçlu olan Profesör, Maya’ya hikayesini anlatmaya başlar. Anlattıkları Maya’yı derinden etkileyecektir.
Aslında bu hikayede ki konu tanıdık bir hikayedir..İki sevgili ve onlara engel olan aileler olmasa da mevcut ülke ve sosyolojik şartlar..Bu olaylar Nazi Almanya’sında, Hitler döneminde geçiyorsa mevcut durumu tahmin etmek pek de zor değil aslında..
Ari ırktan iyi bir aileden gelen ari bir Alman genci ve sıradan Yahudi genç kızının hikayesi..
Max anlattıkça Maya dehşete düşer ve, Nadia ile birlikte ailesini de düşünür. Babaannesi Semahat (Mari) hanım bir Ermeni, anneannesi Ayşe (Maya) ise Mavi Alay‘dan canını zor kurtarmış bir Türk kadınıdır. Maya bu şanssız üç kadın içinde dinini değiştirmek zorunda olmadığı için anneannesini şanslı olduğunu düşünür.
Max'in Amerika'ya dönüşünden sonra Maya şöför Süleyman'ın anlattıklarından zor duruma düşerek zor günler geçirir.İşinden istifa etmek zorunda kalır.İşsiz kalması ile de Max'in anlattıklarını araştırmak için vakit de bulmuştur...Yaptığı araştırmada da Max'ın Şili'de notalarını bir türlü hatırlayamadığı Serna Für Nadia'nın notalarına da ulaşır..
Bu zor günlerinde sevgilisi Tarık'ın yaptığı akıllı yatırımlarla zengin bir kadın haline de gelmiş olan Maya bu notaları Amerika'ya giderek Max'a ulaştırır..Romanda Max'ın bestelediği Seranad'dan ziyada Schubert'in Seranad'ıda çok anıldı ve dinlendi..Normalde çok severim bu besteyi..
Muhteşem bir romandı fikrinde çığır açan kitaplardan idi..Olaylara bakış açımı değiştirdi.Yakın tarihimizin daha da irdelenmesi gerektiğini yaptığımız hatalardan ders almamız gerektiğini öz eleştiri yapmamız gerektiğini anımsattı..
Düşünmediğim başka konuları da düşünmemi sağladı ki en basiti ülkemizde sokak ve caddelerin isimlerinin neden çok sık değiştirildiğini sorgulamamı sağladı..
Gerçekten de değişen yönetimlerle ülkemizde çok fazla sokak bulvar hatta kasaba köy isimlerinin değişmiyor mu?..
Serenad daha önce büyük bir kısmını bilmediğim MAVİ ALAY ve STRUMA gemisi konularında bilgi edindirmesi bakımından benim için anlamlı bir kitap oldu. Struma gemisi olayı duymuştum fakat Mavi Alay konusundan haberim bile yoktu..Araştırmam gereken çok şey çıktı Livaneli sayesinde..
Bir de olayların bir kadın tarafından anlatılması ve diğer kadın kahramanlar, Maya'nın babaannesi Semahat, Maya'nın anneannesi Ayşe ve Nadia'nın yaşamlarına da yer verilmesi, olayların siyasi boyutu yanında duygusal taraflarının ağır basmasına neden olmuş.. Bu bakımdan kitaptaki olaylar içimi daha da burktu.Pis kan deyiminden de nefret ettim..
Maya ve oğlu arasındaki duygusal boşluk günümüz çalışan kadınlarının içinde bulunduğu "İYİ ANNE" ve "ÇALIŞAN KADIN" rolleri arasında sıkışmasına güzel bir gönderme olmuş.. Çünkü çalışırken aynı sıkışmayı ve çaresizliği ben de yaşamıştım.
Yazılabilecek çok ayrıntı var. Mesela tek tek romanın “erkek”leri… Kitabın erkekleri içinde Max'ın yeri apayrı idi benim için ; 87 Yaşında ama o yaşında kadınları hala etkileyebilen bir erkek..Onun kalbi ise yanlızca bir kişi için atıyor...
Benim bakış açımdan ise bizim erkeklerimizin sığlığı daha da ortaya çıktı … Mesela, ahlak bekçiliği… Sorumluluktan kaçma, yargılama, Okumak en iyisi…Tavsiyemdir....
Alıntı :
“Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru kızım, insanlara karşı kendini koru!”
(...)
“Her iktidar adam öldürür mü?”
“Evet! İktidar zulüm demektir. Hele denetlenemeyen iktidar.”
“Peki, iyi insanlar iktidara gelirse?”
“Öyle şey olmaz!”
“Neden?”
Acı bir gülümsemeyle açıkladı:
“İyi insanlar iktidara gelmez, gelse bile iktidar onu bozar, zalim yapar.”
(...)
“Evet!” dedi. “Siz bile adam öldürürsünüz. Çünkü iktidar olmanın başka yolu yok. Eskiden daha açık yapılıyordu, şimdi daha gizli.”
Ellerini çekip daha yumuşak bir sesle devam etti.
“Dolaylı olarak öldürürsünüz, ölümlere neden olursunuz, ama bir şekilde, iktidarınızın sürekliliği öldürmeye bağlı olur. Belki şu anda böyle bir şey yapamayacak bir yapıdasınızdır. Ama iktidar yolu zorlu bir yoldur. Uzun bir yoldur. İnsanı dönüştüren bir yoldur. Ancak iktidara hazır hale geldiğinizde, gerektiği kadar değiştiğinizde, bu yolu tamamlayabilirsiniz.”
Şehzade Selim’le kardeşi Korkut’un hikâyesini anlatayım. Bu iki şehzade Bursa’da yaşıyorlardı. Babaları ölünce içlerinden birisi imparator olacaktı. Başa geçenin erkek kardeşlerini öldürtme geleneği olduğu için birinin padişah olması, ötekinin katledilmesi anlamına gelecekti. Kimin tahta geçeceğini ise bilemiyorlardı. Bunun için birbirlerine yemin ettiler. Hangisi başa geçerse ötekinin canını bağışlayacaktı. Sonunda o gün geldi ve Selim padişah oldu.
“Korkut’a ne oldu peki?”
“Ne olacak, öldürüldü. Bu işin sözle, iyi niyetle falan alakası yok. İktidarları ancak çok sıkı bir denetim dizginleyebilir. Yoksa peygamberleri iktidar yapsanız, onlar da öldürürler.”
,
http://hulyami.blogspot.com/2013/10/kitap-ad-serenad-yazar-ad-zulfu_21.html
MUHTEŞEM!!! Bir kitap ancak bu kadar güzel olabilir..İçinde aşkı,sevgiyi,özlemi,savaşı,trajediyi,bozulan aile yapısını hemen hemen her şeyi ele alan harika bir eser..
Kitabı okurken aldığım notlar.
#Struma gemisi
#Mavi alay
#Einstein'in Atatürk'e yazdığı mektup
#Schubert'in Serenad eseri
Sanırım yorum yazmak yerine kitaptan bir cümleyle alıntı yapmak güzelliğini ortaya koymak için yeterli olacak. ''Bu Alman ve Yahudi çiftin aşkı, dünyadaki bütün önyargılardan daha güçlü bir insani bağdı.''
Konu güzel ama yazan sanki Zülfü L. değilde acemi bir yazarmış gibiydi. Bazı gereksiz şeyler uzamış da uzamış en güzel işlenebilecek yerler söyle bir geçmiş.
Maya'nın eşi Ahmet neden öyle yapmış? Tarık parayı batırdı mı? Bu kadın saat sekizde cocuğa tavuk kızartma siparişi verip evden nasıl çıkıyor? Kendi de yazmış ama Maya niye iki de bir duşa girdiğini belirtiyor?
Kısacası ben bilmediğim bazı bilgiler karşılığı bu notu verdim. Onun dışında sevmedim.
Sadece alın ve okuyun . Eğer tavsiye etmem için gereken satırları buraya sıralarsam buraya sığacağını düşünmüyorum .
Zulfu Livaneli"nin okudugum ve gene ayri bir keyif aldigim romani...Hem bilgi, hem duygu yuklu...Muthis bir ask...Oyle bir ask ki Serenad lar yaziliyor ve korkunc bir savas bile olduremiyor...
Tam bir şaheser. Bu tarz gerçek konular bu şekilde anlatılınca eşşiz bir anlatım oluyor. Bu şekilde kitap tafsiyesi olanlar varsa bana bildirsinler lütfen. Etkisinden çıkılmayacak bir kitap.
Mükemmel, sonunda çok ağladım ya bu kadar duygusal yazmayaydın be Livaneli, mükemmelsin :)
Başlangicta cok basit bir kitap konu diye dusundum.ama gittikce buyuyen degerlenen heyecanlandiran bir basyapit oldu.sonu icin neden boyle bitirmis dedim hala diyorum.keske kayaliklarda uyurken bitirseymis
SERENAD: Aslında ''Profesör Max ve Nadia hikayesine'' kadar olan bölümü pek beğenmemiştim. Çünki: Mayanın gizemli hareketleri, günlük işlerini sürekli ve detaylı anlatması, oğlunun (hassas bir dönem geçirmesine rağmen) pc de çok vakit geçirmesine engel olmaması, daha da kötüsü; İstihbarat'dan aldığı gizli görevi oğluyla paylaşıp, Profesör Maxı pcden araştırmasını istemesi çok yanlıştı. bazı mantık hataları da vardı. örneğin: Mayanın, P. Maxı donmak üzereyken onu black sea motele götürüp telefonla yardım istemesi gerekirken farklı şeyler yapması gibi..Ama P. MAX ve NADİA HİKAYESİ herşeyi birbirine bağladı ve ortaya muhteşem bir kitap çıkardı.
HERKESİN OKUMASINI TAVSİYE EDERİM.
Gerçekle hayal gücü nasıl harmanlanır , duygular harflerden insan ruhuna nasıl aktarılır , Zülfü Bey ustalıkla biz okurlarına göstermiş.
Sanki Zülfü Livaneli değildi yazar. Çok başkaydı. Çok güzeldi. Diğer kitaplarından ayıran bir şey vardı bunda. Belki bir kadının ağzından anlatılıyor oluşu. Bilemiyorum ama okunmalı bu kitap. Öylesine bi hikaye değil. Okurken bilgilendiğimi hissettim. Oluk oluk bilgi aktı içime.
bu kitabı okurken sıkılan bir tek ben varım sanırım... tam anlamıyla sıkıldım da diyemem belki ama bitirmek için kendimi zorladığım kesin... bu kadar övgüden dolayı gözümde çok büyüttüm de fazlasını mı bekledim bilmiyorum ama çok fazla sarmadı beni
Yahudi soykırımı, Mavi Alay, Struma gemisi, Cumhuriyetin ilk yıllarında gelen Alman asıllı yabancı hocalar ve bunun gibi konularda geniş kapsamlı olmasa da konuya yabancı kalmayı önleyecek miktarda bilgi sahibi olmamızı sağlıyor bu kitap.
Bunu da içinde dünya tarihinin önemli ama gün yüzüne pek çıkmamış olaylarıyla bezeli acı bir aşk hikayesi içinde veriyor.
Doğru dürüst bilgi verilmeyen yada Ülkemizde gizlenen Struma gemisi, hakkında da epey bir araştırma yapmıştım kitabın nihayetinde.
Serenad kitabı başta maya ve profesör tanışmasını daha sonra profesörün aslında geçmişte yaşamış olduğu acısını Nadia ile aşkını anlatıyormuş gibi görünüyor . Ama aslında daha derin anlamları olan bir kitap. Neden mi çünkü profesör sayesinde Maya geçmişini araştırıyor . babaannesi ve anneanesinin aslında göründükleri gibi bir hayatları olmadıklarını ne kadar acı çektiklerini yaşamak için kimliklerinden vazgeçtiklerini görüyoruz . Bir Ermeni bir Kırım Türkünün hayatta kalmak için din değiştirdiklerini yada Nadianın katledilmemesi için Katherinia alman ismi alması gibi Zülfü livanelinin Serenad kitabı haricinde 7 kitabını daha okumuş biri olarak söylüyorum livaneli evrensel olmasının nedeni konu olarak dil din ırkın önemsiz insanın duygularının önemli olduğunu gösteriyor . Bu üç kadının da devletler yüzünden kimliklerinden vazgeçtiklerini görüyoruz hepsi farklı bir dine dile sahip ama yaşadığı hissettiği duygular aynı ayrıca kitap haricinde bu üç olay hakkında sutruma gemisi techir kanunu kırım türklerinin zorunlu göçe tabi tutulması araştırma yapmış biri olarak söylüyorum insanların o dönemde yaşamış olduğu acıları hisleri çok güzel bir şekilde dile getiriyor livaneli.
Geç kaldım geç... Hem de çok... Bazı kitapları okumakta geç kaldığımda veya elimde çok beklettiğimde kendime çok kızıyorum...
İşte okumakta geç kaldığım o muhteşem kitap... Serenad...
Yazarın üslubu, kuşakları ve tarihleri, birbiriyle hiç alakası yok dediğimiz insanları ve bambaşka hayatları bir araya getirmesi benim çok hoşuma gidiyor. Yazarla tanışmadıysanız henüz, çok büyük bir kayıptasınız demektir bana göre...
Alman asıllı Amerikan Profesör Maximillian Wagner Türkiye'ye ziyarette bulunur. Onu karşılayacak ve ilgilenecek kişi ise İstanbul Üniversitesi'nde çalışan Maya Duran'dır. Maya eşinden boşanmış ve bilgisayar bağımlısı oğluyla yaşamaktadır.
Ve sonra o kadınların hikayesi, Maya, Ayşe, Mari ve Nadia...
İkinci Dünya Savaşı ve daha öncesi... Ayrıca günümüzdeki olaylar... Struuma Gemisi... Ermeniler, Yahudiler, Türkler, Almanlar... Su yüzüne çıkmamış, ısrarla unutmak istediğimiz geçmişimiz...
Fark edildiyse duygularımı toparlamayadığım için cümlelerimi de toparlayamıyorum ama kesinlikle okuyun... Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biri...
Ve Serenad... Wagner'in yazdığı Serenad Für Nadia' yı kesinlikle dinlemek isterdim... O buz gibi havada Şile'de deniz kenarında çalarken o soğuğu da rüzgardan bana yarım yarım ulaşan notaları da duyar gibi olmuştum. Wagner'in Serenad'ını dinleyemesek de kitapta Wagner'i Serenad yazmaya iten Shubert'in parçasını da paylaşıyorum...
http://www.youtube.com/watch?v=ZpA0l2WB86E
Alıntılar:
Tık.. Kapandı telefon... Bu da aynı, diye geçirdim içimden. Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri... Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra, sarılmanın ne anlamı kalır!
---
Uyumadan önceki son düşüncem zavallı anaannem oldu. Korkunç şeyler yaşamıştı ama bizlere hiçbir şey belli etmemişti. Zaten bir çok Türk evinde böyle bir suskunluk vardı, geçmiş konuşulmazdı. Sanki o korkunç olaylardan söz etmek, her şeyi yeniden başlatacakmış gibi... Türkiye'de hemen her konuda,her kurumda sorunların çözülmesinden çok üstünün örtülmesine öncelik verilmesi, acaba bu alışkanlığın sonucu ortaya çıkan bir durum muydu?
--
Geçmişini değiştirmek isteyen bir ülkenin sorunlarına Erich Auerbach ne derdi acaba? Walter Benjamin'e yazdığı mektuplarda bu aşırı değişim isteğinden söz etmiş miydi? Demek ki biz fark etmeden sürekli bir kabuk değiştirme içindeydik... Bizans'tan kurtul,Osmanlı'dan kurtul, Arap kültüründen kurtul... Şimdi de yeni moda: "Kemalizm'den kurtul!" Mavi Alay'ı sakla, Struma'yı sakla, Ermeni olayını sakla.
Kitabın anlatmaya çalıştığı tarihi olaylar aslında çok önemli ve ilgi çekici ama yazarın anlatımı oldukça zayıf. Açıkçası edebi yönden oldukça yetersiz bir eser. Diyaloglar doğallıktan çok uzak, karakterler yeterince belirgin değil... Zaman zaman yazarın olası yabancı okurlara İstanbul'un veya Türk kültürünün tanıtımını yapmaya çalıştığını hissettim..:)) Kısacası usta bir kalemin değil de acemi bir yazarın elinden çıkmış gibiydi....